28 Ağustos 2017 Pazartesi

8’E 1 KALA… VE PERDE!

Uzun yaz tatilinden sonra, şifreli bir başlıkla giriş yaptım, ama pek de şifreyle ilgisi yok…

8’den kastım, bloğumun 8 yaşını doldurmak üzere oluşu. İlk kez Eylül 2009 ayı sonlarında başladığım blog yazarlığım 8 yılını doldurmak üzere. Peki “1” ne? Bu rakam da 8 yılın dolmasına kalan bir ayı ifade ediyor. Her ikisinin de birlikte anlamı ise blog yazarlığıma 8’e 1 kala veda ediyor oluşum.

Vedayı neredeyse tüm tatil boyunca düşündüm ve kararımı verdim. Elbette bir çok boyutları var.  Zamansızlık, önde gelen nedenlerim arasında. Özel işlerimin artan ağırlığı hem blog güncellemelerimi etkiliyor hem de izlediğim dostlarımın bir çok yazısını atlamak zorunda kalıyorum.
Diğer nedenlerden birisi, hedeflediğim kitleselliğe ulaşamamam. Blog sayesinde birçok değerli insana ulaştım. Bir kısmıyla yüzyüze tanışarak dostluğumu pekiştirdim bir kısmıyla da yazışarak tanıştım. Ama hedeflediğim sayılara ne yazık ki ulaşamadım. Yazılarımın bir kısmı ilgi çekse de neredeyse (sıfır) düzeyindeki yorumlar, görünmez bir duvara çarptığımı gösteriyor.

İzlemeye aldığım dost blogların yazarları beni bağışlasın ama bazı içi boş blogların onlarca, yüzlerce yorum alması kalitenin henüz benimsenmediğini gösteriyor.

Bu nedenle bloglarımın görevini tamamladığına inanıyorum. “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ve “Sözler” bloglarım bu gün itibariyle perdelerini kapatıyor. Blogları silmeyeceğim. Denizde dalgalanmaya terk ediyorum. Umarım birilerinin işine yaramaya devam ederler. “Birlikte Yürüyoruz” bloğum ise doğa yürüyüşlerimin ve koşu günlerimin –sadece- fotoğraflarıyla yaşamaya devam edecek. Ne yapalım benim de şimdilik güncel hobim bu.

Zaman zaman izlemeye aldığım blog dostlarımın yazılarını okumak ve yorum bırakmak isteğindeyim.


Özel işlerime ve üzerinde çalıştığım bir kitaba daha iyi  hazırlanabilmek için blog dünyasına ve dost blog yazarlarıma elveda!

21 Temmuz 2017 Cuma

YİNE BİR ARA ZAMANI GELDİ

Öyle ya da böyle, yaşam mücadelesini sürdürenler için uzun ve sıcak yaz günlerinin gelmesiyle tatil düşüncesi kafalarda uyanmaya başladı. Elbette kimileri tatilini çoktan bitirip işlerine döndüler bile. Ama bizler gibi mesleki olarak belli günleri bekleyenler için tatil zamanı yeni başlıyor.

İnsanın gideceği yer neresi olursa olsun, günlük yaşamının dışına çıkması gerçekte tatil anlamına geliyor. İster denize girin, ister serin dağlarda yürüyüş yapın, ister çantanızı yüklenip bilmedik diyarlara gidin hepsi tatildir, hatta hiçbir şey yapmayıp ayağınızı uzatıp tembelce uzanın, eğer günlük rutinin dışına çıkıyorsanız gene tatildesiniz demektir.

Benimkisi her zaman bu saydıklarımın bir bileşkesi oluyor. Yaş ilerledikçe farklı oranlarda değişmeler olabiliyorsa da temel de mümkün olduğu kadar çeşitlemeler yapmaya çalışıyorum. Bu senede tatilin uzunca bir bölümünü Didim Akbük’te değerlendirirken, arada 3 günlük bir Samos gezim olacak. Önümüzdeki bayram öncesi Ankara’ya kısa bir dönüş yapsam da bayramda 6 günlük bir gezimiz olacak. Yeri söylemeyeyim, anlatırken sürpriz olsun.

Yanımda çok sayıda tatil arkadaşım kitaplar olacak. Zamansızlıktan temmuz ayı kitaplarımı yorumlayamadan gideceğimden dönüşe çok sayıda kitap birikmiş olacak.

Herkesin gönlünce olsun, dönüşte buluşmak üzere…

20 Temmuz 2017 Perşembe

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6

 

KİTABIN ADI
Felice’ye Mektuplar (Briefe an Felice)
KİTABIN YAZARI

Franz Kafka

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Çağlar Tanyeri-Murat Sözen-Turgay Kurultay
KİTABIN YAYINEVİ
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
706 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10 (Az sayıda dizgi hatası var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10

 
Felice Bauer, Franz Kafka’nın hayatına giren birkaç kadından biridir. Kafka, iki kez Felice ile nişanlanmış ve ayrılmıştır. 1912 sonlarında Felice Bauer ile tanışan Franz Kafka, 1912 sonlarından itibaren mektuplaşmaya başlar. Kafka, Prag’da yaşamakta, Felice ile ailesiyle Berlin’de oturmaktadır. Bu nedenle birlikteliklerinin devamı mektuplaşma ile mümkündür.
Kafka, ölümüne doğru kendisindeki mektupların neredeyse tamamını yok etmiştir. Felice 1917’de ayrılmalarından birkaç sene sonra bir iş adamıyla evlenir. 1950’li yıllarda maddi sıkıntı yaşayan Felice, bazı mektupları içinden aldıktan sonra (bunları imha ettiği sanılmaktadır) kalan mektupları 1960 yılında Amerikalı Schoken Yayınevi’ne 8.000 Dolara satar.
Mektuplar ilk kez 1967 yılında yayınlanır. 1987 yılında mektupların orijinalleri 500.000 doların üzerinde bir fiyatla el değiştirir.
Kafka’yı yakından tanımak için bu mektuplar önemli. Çok yerinde açıklama ve dipnotlarla yayınlanan kitap edebiyatseverler ve F. Kafka hayranları için bulunmaz bir eser.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5


KİTABIN ADI
Balkanlara Hüzünlü Veda – Balkan Harbi 1912-1913
KİTABIN YAZARI

Atilla Güler

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Alibi Yayıncılık
KİTABIN BASKI YILI
2017
KİTABIN BASKI SAYISI
3. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
263 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Az sayıda dizgi hatası var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
9/10


Balkan Harbi, Osmanlı’nın Dünya Savaşı öncesi son bölgesel harbidir. Bir anlamda, bugünkü Trakya sınırlarımızı oluşturan savaştır.
Fetihler sonrası yüzyıllarda Osmanlı egemenliğinde kalan Balkan ulusları, 1789 Fransız İhtilali sonrası başlayan milliyetçilik akımları ile önce özerklik ve sonra bağımsızlık düşüncesiyle Osmanlı’ya isyana başlarlar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dışındaki diğer tüm Avrupa devletlerinin destekleri sonucunda da 20. Yüzyılın başında bu kez hepsi ittifak ederek Osmanlı’ya son saldırıya Balkan Harbi ile başlarlar.
Fransız İhtilali’nin sonuçları uzun süre algılayamayan Osmanlı Devleti 1800 lerin başlarındaki Yunan isyanı ile Balkan gailesine bulaşır.
Atilla Güler, Balkan Harbini hazırlayan nedenleri başından anlatmak üzere Fransız İhtilali’nden sonraki tüm siyasi olayları ve savaşları özetleyerek Balkan Harbine geliyor. Savaşı neden ve sonuçlarıyla irdeliyor.
1912’nin aynı zamanda cumhuriyete giden 10 yıllık savaş zincirinin başlangıcı olması nedeniyle de Balkan Harbi aydınlarımızın bilmesi ve öğrenmesi gereken bir konu.

14 Temmuz 2017 Cuma

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4


KİTABIN ADI
Bakmak, Dinlemek, Okumak (Regarder, Ecouter, Lire)
KİTABIN YAZARI

Claude Lev-Strauss

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ömer B. Albayrak
KİTABIN YAYINEVİ
Yapı Kredi Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
138 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10

 
Levi-Stauss’u ilk kez okudum. Bunun büyük bir eksiklik olduğunu kitabı bitirince inandım. Kuşkusuz dünya edebiyat tarihinin seçkin isimlerinden birisi.
Bu küçük eserde, konuları birbirini bütünleyen, resim ve müzik üzerine 6 deneme yer alıyor. “Poussin’e Bakarken”, “ Rameou’yı dinlerken”, “Diderot’u okurken”, “Sözler ve Müzik”, “Sesler ve Renkler”, “Nesnelere Bakışlar” adlı denemeler eşsiz bilgi yüklü okuması çok keyifli yazılar.
Levi-Strauss’u tanımak için eşsiz bir fırsat


11 Temmuz 2017 Salı

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

 
KİTABIN ADI
Eski Roma – Bir İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü (Ancient Rome – The rise and fall of an impire)
KİTABIN YAZARI

Simon Baker

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ekin Duru
KİTABIN YAYINEVİ
Say Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2015
KİTABIN BASKI SAYISI
3. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
417 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10

 

Tarih kitapları, tarih sevmeyenler için sıkıcı gelir. Savaşlar, barışlar, barış maddeleri gibi bir çok tarih ve hükümler okullarda biraz da zorla okutulduğu için tarih sevilmeyen konulardan sayılır.
Oysa, giderek yaşadığımız olaylar, geçmişi bilmeyenin geleceği kuramayacağını her geçen gün bize daha çok kanıtlamaktadır. Yazar, kitabında, Eski Roma’yı kronolojik olaylar zinciri içinde değil, dönemlerine damgalarını vurmuş tarihsel kişiliklerin çevresinde olaylar zinciri olarak oldukça akıcı bir dille anlatmakta.
Kitap, Roma’nın yedi tepesi, devrim, Sezar, Augustus, Neron, ayaklanma, Hadrian, Konstantin ve çöküş, ana başlıklarıyla pek çok tarihsel kişiliği bilinen ve bilinmeyen yönleriyle anlatıyor ve tarihin akışına yaptıklarını etkileri irdeliyor.
Seveceğiniz ve pek çok bilgi edinebileceğiniz bir kitap…


7 Temmuz 2017 Cuma

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA KADINLARIMIZIN DURUMU

Kurtuluştan sonra, 11 yıllık savaş döneminde ana bacı ve evlat özlemi çekmiş, onlara daha mutlu ve özgür bir yaşam sağlamak için mücadele vermiş olan Ordu mensuplarını, ülkedeki kadınların durumu fazlası ile rahatsız ediyordu. Durumlarının hemen düzeltilmesini gönülden istiyor, kadınların siyasal ve sosyal yaşama tıpkı erkekler gibi eşit şartlarda katılmasını arzu ediyorlardı.
Ancak bu konu Türk halkı için hem çok yeni, hem de hassas bir konuydu. Yanlış yorumlar yapılmasına, ölüme kadar giden çatışmalara sebebiyet verebilir, bu konuda katı davranışlar Türk insanını manevi açıdan yaralayabilirdi. Bu konuda en önemli görev Ordu mensuplarına ve Başkent çevresindeki bürokratlara düşüyordu. Ülkenin her yanına dağılmış bulunan askeri mahfeller (Ordu evlerinin başlangıç hali), kadınlar ve erkeklerin senenin, daha sonra ayın, haftanın belirli günlerinde kaç-göç olmadan ailece bir araya geldiği, günün imkânları ölçüsünde eğlendiği şehrin sosyal kültür merkezleri haline gelmiştir.
Bölgeler, alışkanlıklar ve tahriklerle yıllarca bu toplantıları yadırgamıştır. Subay-astsubay eşleri, kızları, kardeşleri için akla gelmeyecek iftiralar üretilmesine rağmen askerler bu konuda ısrarla yürümüşler ve asla taviz vermemişlerdir. Bugün, yaşları altmışın üzerinde bulunan asker çocukları, çocukluk günlerine ait anılar arasında dans bilmeden piste çıkan annelerinin, babalarının ayaklarına basarak nasıl dans ettikleri hikâyelerini asla unutamazlar. Ordu evlerinin bulundukları yörenin sosyal kültür merkezi olma özelliği 2000’li yıllara kadar, Anadolu’nun birçok şehir ve kasabasında aynen devam etmekteydi.
Türkiye’de Atatürk’ün kadın hakları konusundaki mücadelesi, dev boyutları olan bir olaydır.Günümüzde alelade görünen, nezaket eseri kabul edilen birçok olay, 1920’lerde bir facia nedeniydi. Sadece bu konu bile demokrasi-insan hakları bakımından ne kadar büyük mesafelerin aşıldığını göstermek için yeterlidir. Bu nedenle, incelememizde o dönemle ilgili bazı anılara yer vermek istiyoruz.
 “İlk balo Türk Ocağında verilmiştir. O zaman Türk Ocağı, eski Ankara’da, Şengül hamamı yanındaki eski bir Ermeni Mektebi binasında çalışıyordu. O güne ait hatıralar, balo gecesi bu harap binasının salonuna, duvar diplerine sandalyeler dizilmiş, herkesin suspus sıralanıp oturduğu, sessiz, hareketsiz, hatta kadınsız bir toplantı gibi gösterir. Gazi’nin, Orman Çiftliğinin istasyon binası yapılınca orada verdiği balo daha hoş sahneler gösterir. Burası küçük, iki katlı bir binadır. Balo bu binada verilecekti. Şehirden 5-6 km ilerdeki bu istasyona Gazi, davetlilerini birkaç Tren vagonunda götürür, çünkü hem muntazam yol yoktur, hem yeteri kadar otomobil bulunamaz. Davet sahibi misafirlerini trende, kompartımanları dolaşarak selamlar. Ama galiba hepsi hepsi üç kadın vardır. Yakup Kadri’nin, Falih Rıfkı’nın ve Ruşen Eşref’in hanımları. Gazi onların kompartımana gelince Leman Yakup Kadri hemen atılır:
-  Paşam, bu inkılabın kurbanları yalnız biz miyiz? Hani yaver beylerin, mebus beylerin, vekil beylerin hanımları?
Evet yaver Beylerin, mebus ve vekil beylerin hanımları yoktur. Balo salonunda da bazı hoş sahneler geçer.
Ortalıkta kadın görünsün diye, o zamanki Ankara’nın Fresko Barından getirilen birkaç artisti görünce, bu sefer de “inkilabın üç kurbanı biz miyiz” diye çıkışan hanımlar salonu terketmek isterler. Misafir artistler hemen oradan uzaklaştırılır.(1)
Kadın hareketi büyük bir hızla gelişti. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa, davetlerin kadınlı olmasına bilhassa dikkat ederlerdi. Parola, ileride hiç bir gerilemeye imkân vermeyecek kadar, kadına her meslekte yer vermekti. Kadın milletvekili, belediye azası, hekim, avukat her şey olmalı, üniversitede erkeklerle beraber okumalı, seçimlerde oy vermeli, taassup şaşırıp kalmalıydı”.(2)
İlk Kadın Hukukçumuz, Ağaoğlu Ahmet Beyin kızı Süreyya Ağaoğlu’nun anıları çok ilginç bilgiler vermektedir:
 “Adliye Vekâletinde Melahat ile birlikte staja başladım. Öğle yemekleri bizim için bir problem olmuştu. Ne yapacağımız bilemez, peynir, ekmekle karın doyururduk. Zira o devirde Ankara’da “İstanbul Lokantası” adlı restorandan başka yemek yenilecek yer yoktu ve bütün mebuslar oraya giderlerdi. Tabii lokantanın hiç hanım müşterisi yoktu. Bir gün, babamdan izin alarak, Melahat ile o lokantaya gitti, ufak bir bölümde oturup yemeğimizi yedik. Herkes hayret içinde idi: iki genç kız tek başlarına lokantada yemek yiyordu. Bizi tanıdıkları için haber babama ulaşmıştı. Babam eve gelince “Başbakan Rauf Bey, Süreyya ile bir hanım arkadaşının lokantada yemek yediğini ve herkesin bundan bahsettiğini söyledi. Birde kütüphaneye giden bir hanım varmış, onun hakkında da dedikodu yapılıyormuş. Bundan sonra öğle yemeklerinde bana gelin” dedi.
Rauf Bey, kütüphanede çalışması yüzünden dillere düşen hanımın kendi kız kardeşi olduğunu sonradan öğrendi. Bu olaydan birkaç gün sonra tesadüfen Atatürk, Latife Hanım ile bize geldi. Bana çalışma hayatından memnun olup olmadığımı sordu. Bende bu hadiseyi anlattım. Onun beni tasvip etmesini beklerken o:
-  Babanın da, Rauf Bey’in de hakları var, dedi.
Ertesi gün Vekalette çalışırken, Adliye Vekili Necati Bey telaşla içeri girdi:
-  Sürayya hazır ol, Paşa gelip seni yemeğe götürecekmiş. Ben ve bütün arkadaşlar şaşırdık. Dışarı çıkınca Atatürk’ün gri bir açık otomobilde Siirt Milletvekili Mahmut Bey ve yaveri Muzaffer Bey’le oturduğunu gördüm. Bana:
-  Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor, dedi. Otomobili İstanbul Lokantası önünde durdurdu. Bozüyük Mebusu Salih Bey’i dışarı çağırttı. Tabii bütün mebuslar lokantadan fırladılar. Biraz onlarla konuştu. Sonra yüksek sesle:
-  Ben bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, yarın lokantada yiyecek, dedi.
Evlerine gidince de Latife Hanım:
-    Akşam Paşa bu lokanta meselesine çok kızdı, gerekeni yapacağını söyledi, dedi.
Ertesi gün, bizim bu lokanta hikâyesini duyan bazı hanımlar, bu arada eski Bahriye Vekili İhsan Bey’in (Topçu) eşi Nuriye Hanım, Hamdullah Suphi Bey’in hanımı da öğle yemeğine restorana gelmişlerdi. Biz de bu hadiseden sonra rahatça dışarıda yemek yiyebildik.” (3)
Bir ülkenin başkentinde, bir genç kadının lokantada yemek yemesi, yalnız başına kütüphaneye gitmesi bile ahlaksızlık telakki ediliyor ve bunun düzeltilmesi için o ülkenin Devlet Başkanı ve eşinin doğrudan müdahalesi gerekiyordu. Atatürk bu konuda da taviz vermemiş ve kendisinden beklenen davranışları göstermişse de, bu davranışlar karşı tarafın anlayışı ölçüsünde olumlu-olumsuz yorumlamalar yapılmasına sebebiyet vermiştir. Hatta bir gün, yakın arkadaşı akrabası Fuat Bulca’nın evine misafir gittiğinde “Hanımefendi nerede?” diye kibarca sorduğu zaman, arkadaşının birden elini tabancasına attığı nakledilmektedir.(4)
Bazen emirle, bazen düşerek, bazen eller ceplere giderek, bazen de nezaketle. İşte, Türkiye Cumhuriyetinin başkentinde, bütün dünya için normal bir yaşam tarzı olan kadınlı-erkekli sosyal toplantılar böyle başladı. Merkezde M. Kemal Paşa’nın yürüttüğü önderlik görevi taşrada tamamen Orduya düşüyor gibiydi. Askerler arzu ettikleri nispette çevredeki sivil aydınları ve bürokratları da aralarına aldılar.
 (Aralarında on yılı aşkın bir süre beraber olduğum) Batı Ordularından ne İngiliz, ne Fransız, ne Alman, ne de Amerikan Ordusunun böyle bir görevi hiç bir zaman olmamıştır. Onlar bu gibi sosyal konularda daima çevreden alıcı olmuş, verici olmamışlardır. Oysa Türk Ordusu tam tersi bir şekilde “verici-öğretici” olmak zorunda idi, alternatifi yoktu.
Türkiye’de kadın hakları konusunda kısa bir süre içinde büyük gelişmeler elde edilmişse, bunda özellikle Anadolu’nun en ücra köşelerinde görev yapan subay ve astsubay eşleri ve çocukları ile yine onlar gibi ve hatta daha çok fedakârlıklarla büyük bir yalnızlık içinde görev yapma cesaretini üstlenmiş olan bayan öğretmenlerimizin büyük payı vardır.(5)   Türk kadınının uyanmasında hem örnek olmuşlar, hem de adım adım oya işler gibi işleyerek Anadolu kadınını harekete geçirmişlerdir. Günümüz Türk Kadınları, Osmanlı dönemi ile ilgili bu gerçekleri çok iyi bilmeli ve aynı günlere dönüp dönmeme konusundaki kararını ve kararlılığını oyları ile belli etmelidirler.  
 
DİPNOTLAR:
 
(1)  Şevket Süreyya Aydemir:Tek Adam 3, s.261-262
(2) Falih Rıfkı Atay : Çankaya, s.411-412
(3) Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, s.41, 42 (İstanbul-1984)
 (4) Tek Adam 3, s.261-262
 (5) Bknz. Yahya Akyüz, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri (Doğan Basımevi-1972); Nermin Erdentuğ, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Eğitim ve Kültür Münasebetleri, s.62-95 (Kültür Bak. Ankara-1981); M. Galip Baysan: Milli Mücadele Dönemi ve Sonrasında Atatürk ve Demokrasi, s.28-44 (Ankara-1997)
 
Dr. M. Galip Baysan

4 Temmuz 2017 Salı

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2


KİTABIN ADI
Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti’nde Kadı
KİTABIN YAZARI

İlber Ortaylı

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Kronik Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
100 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10



İlber hocanın, hacim bakımından küçük ama son derece aydınlatıcı bilgiler içeren bir kitabı.
Kadı’yı genel olarak Osmanlı döneminde davalara bakan bir kişi olarak biliriz ama yetkileri ve görev alanı konusunda neredeyse hiçbir bilgimiz yoktur.
Bu küçük kitapta oldukça ayrıntılı bilgilerle, “kadı” makamının görevleri, tayin usulleri, “yargı” dışında “idare”ye yönelik yetkileri vs. son derece ilginç bilgiler yer alıyor.
Tarihe meraklı olanlar için güzel bir başucu kitabı niteliğinde




22 Haziran 2017 Perşembe

DÜŞÜNCE SUÇU

Bayrama bir espri ile girelim dedim. Güncel dokunmaları olan fıkramız ile herkese mutlu bayramlar diliyorum.
Adam her gün papağanını camın önüne bırakır işe öyle gidermiş. Papağan da, akşama kadar yoldan geçenleri izler, söylediklerini dinlermiş.

Bir gün gene papağan camın kenarında dururken aşağıda eylem yapan gençler ' Tek Yol Devrim' diye bağırıyorlarmış..

Ertesi gün sağcı gençler eylem yaparken Papağan ' Tek Yol Devrim' diye bağırmaya başlayınca Sağcılar da evi taşlamışlar, yakıp yıkmışlar.

Adam eve dönünce çok şaşırmış ve olanları komşulardan öğrenmiş. Papağana ayni şeyi bir daha yapmamasını söylemiş.

Bir sonraki gün solcular eylem yaparken papağan sağcılardan duyduğu 'Milliyetçi Hareket Engellenemez' sloganını söylemeye başlamış...


Bu sefer solcular evi taşlamışlar.. Adam eve döndüğü zaman olanları duyunca bu sefer dayanamamış, papağanı kümese atmış...

Kümeste.. Tavuklar:

-Ne oldu lan artizBütün gün öyle orda camda durup etrafa bakmayı biliyordun..?!

Papağan:

-Hadi lan o......lar!...  Ben sizin gibi fuhuştan yatmıyorum.. Düşünce sucundan yatıyorum !

21 Haziran 2017 Çarşamba

LOUİSE EDOUARD DUBUFE

 31.3.1819-11.8.1883 yılları arasında yaşamış ve Fransız ressam Claude Marie Dubufe’un oğludur.
Eserlerinin büyük kısmı Hermitage Museum, Musee d’Orsay, Reunion de Musees Nationaux, Lauren Rogers Museum of Art ve Los Angeles Museum of Art’ta yer almaktadır.







 “Paris Meclisi” en tanınmış eseridir.
Çok sayıda portre çalışması da bulunan ressamın, dönemin seçkin insanlarını ve modasını sergileyen tabloları günümüzün klasik eserleri arasında yer almaktadır.