17 Şubat 2016 Çarşamba

İSTANBUL'UN ÇALINAN ATLARI

Venedik ile ilgili son yazımızı, daha sonra bir yazı konusu yapacağımızı söylediğimiz bu anlatıyla tamamlıyorum;

4. Haçlı Seferi için yola çıkan güdülen hedef mali yetersizlik ve Venedik Cumhuriyeti’nin taktiksel yönlendirmesiyle Haçlı Orduları İstanbul’a yönlendirilir ve yeni bir tarih yazılmaya başlanır.  Venedik Doge’u Enrico Dandolo liderliğindeki Haçlı ordusu (1) komutanları son toplantılarında İstanbul’u işgal kararı alırlar. Dandolo, 97 yaşında, son derece zeki ve gençliğinde bir Bizans imparator tarafından gözleri neredeyse tamamen kör edildiğinden, Bizanslılara karşı kin ve nefret doludur.(2)

Tahtı ele geçirmelerine yardım ettikleri Bizans İmparatoru (3), sözünü tutmamış ve anlaştıkları para yardımını Haçlı ordusuna vermeyi reddetmiştir. Dolayısıyla, şehre son hücum yapılacak ve antlaşmaya uygun talepler zorla alınacaktır. Karar hemen uygulanır.  Haçlılar olağanüstü bir direnç gösteren şehir halkının tüm gayretlerine rağmen, işgale muvaffak olurlar. (13 Nisan 1204) Ve o andan itibaren kelimelerle tarifi imkânsız bir vahşet ve zamanın geleneklerine göre 3 gün sürecek bir talan, soygun ve katliam başlar. Bu inanılması güç yağmanın detayları birçok görgü şahidi tarafından kaleme alınmış ve bu belgeler günümüze kadar gelmiştir. Bunların içerisinde en ilginci, bizzat bu saldırıya katılmış, çarpışmalarda yer almış, bir Fransız şövalyesinin anlattıklarıdır.(4) :

“Dünya yaratıldığından beri hiçbir şehirden böylesine muazzam bir ganimet ele geçirilmemiştir.”

Nitekim Ayasofya başta olmak üzere, kiliselerdeki tüm hazinelere el konmuş, saraylar ve evlere girilmiş, her türlü eşya ya çalınmış ya da tahrip edilmiş, çok değerli sanat eserleri parçalanmış veya yakılmıştır.(5) Ancak tüm bu talan esnasında, ‘Hipodromun’ giriş kapısı üzerinde bulunan görkemli dört adet at heykellerine başlangıçta dokunulmaz.

Bu atlar 800 seneden beri adeta şehrin sembolü gibidirler. Şehrin kalbi sayılabilen hipodromun şeref kapısının üstünde yarışları simgeleyen bir kuadrigaya (6)  koşulmuşlardı. İnanılmaz bir ustalıkla neredeyse saf bakırdan yapılmış bu atlar güneş ışığında altın rengini alırlardı. Belki de tüm vahşetlerine rağmen, Haçlı askerleri, sekiz asırdan beri orada bulunan atları kutsal sanıp, tahripten korkmuş olabilirlerdi.

Ortodoks Konstantinopolis’in Katolik Haçlılar tarafından istilası ve talanı Bizans İmparatorluğu’na altından kalkamayacağı bir darbe vurdu. İşgalin hemen sonrasında, şehirde 60 yıl kadar sürecek bir Latin (yani Katolik) Krallığı kurulur. Birkaç ay geçtikten sonra şehir, nüfusu önemli bir derecede azalmış ve çok fakirleşmiş olsa bile, günlük hayatına devam etmeye başlar.

Aradan iki yıl geçer. Enrico Dandolo ölür  (mezarı Ayasofya’dadır) ve yönetim tam anlamıyla Fransız hanedan mensuplarına ait bir grubun eline geçer.  Şehrin yerli ahalisi ve civar küçük şehir kasabalarla, yönetim arasında belli bir uyuşma ve uzlaşma sağlanır.

Ancak bir sabah, şehir halkı dehşet verici bir haberle sarsıldı. Hipodrom’un üzerindeki sevgili atları yok olmuştur! Ne olup bittiğinden, başta kral olmak üzere hiçbir ‘yetkilinin’ haberi yoktur. Kısa zamanda gerçek anlaşılır; atlar, mükemmel hazırlanmış bir planla (7) bir gecede Venedikli bir grup tarafından yerinden sökülmüş, sahile taşınmış ve bir gemiye yüklenerek Venedik’e doğru yola çıkarılmıştır. (Hristiyan azizlerinin kemikleri ve Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino’da olan kefen de gidenler arasındaydı.) Halk derhal sürgünde bulunan Bizans İmparatoru’na haberi ulaştırır. Bizans gemileri, korsan geminin önünü kesmek için denize açılırlar. Ancak kaptanın mahareti mi yoksa şansı mı bilinemiyor, atların yüklendiği Venedik kalyonu bir türlü bulunamaz… Uzun süren bu deniz yolculuğundan sonra atlar Venedik’e varırlar; ünlü tersanelerinin (Arsenal) binasına konur ve orada 50 yıla yakın bir süre kaldıktan sonra, San Marco Bazilikası’nın cephesindeki balkona yerleştirilir.

Aradan takriben 500 yıl daha geçer. Genç Fransız generali Napoleon Bonaparte, Avusturya ve Piemonte ordularına karşı müthiş bir zafer kazanmış ve Venedik’e girmiştir. Atlar derhal dikkatini çeker ve bulundukları yerden sökülüp Paris’e götürülmeleri emrini verir. Heykeller, 1798 yılında Invalides Sarayı’nın bahçesinde sonra Tuilerie Parkı’nın girişinde yer alırlar ve nihayet 1807 yılında, ünlü Zafer Takı tamamlanınca onun üzerine yerleştirilir.

1815 yılında yani sekiz sene sonra, Napoleon’un devri sona erer. Venedik, Avusturya İmparatorluğu’nun hükümranlığına geçer. İmparator 1.François ilk iş olarak Fransa’dan atları geri ister ve tekrar San Marco Bazilikası’na eski yerlerine konmasını talep eder. Birkaç ay sonra atlar görkemli bir törenle tekrar kilisenin balkonuna konuşlandırırlar.

Ama serüven bitmemiştir. 1915 yılında, I. Dünya Savaşı’nın olası etkilerinden korumak için, atlarımız tekrar yerinden indirilir ve Roma’da San Angelo şatosunun mahzenlerinde koruma altına alınır. Harp bittikten bir yıl sonra, 11 Kasım 1919’da eski yerlerine kavuşurlar.

20 sene daha geçer ve bu kez II. Dünya Savaşı başlar. Şahane dörtlünün orada kalması düşünülemez ve bir süre Padova Sarayı’nın bodrumlarında ‘misafir’ edilirler… Ağustos 1945’te tekrar eski localarına kavuşurlar. Ama çileleri bitmemiştir.

1977 yılında beş sene süren ciddi bir bakımdan geçirildikten sonra artık açık havada barınamayacaklarına karar verilir ve atlar kapalı mekâna, yani bazilikanın müzesine taşınır ve bazilikanın cephesine kopyaları yerleştirilir. Şimdilik, müzedeki bir galeride ikamet başlarlar.

Venedik şehrine yolunuz düşerse, lütfen bu atları siz de ziyaret edin; onlara belki de 800 yıldan beri özledikleri İstanbul’un havasını götürürsünüz; Marmara Denizi’nin, dalga seslerini dinletin; poyraz ve lodosun hâlâ onların hissettikleri şekilde estiğini söyleyin. Günün ve elbet bir gün devranın döneceğini, ülkemizin tüm çalınmış güzellikleri gibi onların da özledikleri anavatanlarına kavuşturulacaklarını, lakin vatanın uyanık evlatlarının çoğalması için biraz daha zamana ihtiyaç bulunduğunu onlara fısıldayın.

1 Dördüncü Haçlı Seferi; siyasi entrikalar sonucu hedefinden sapmış ve Kudüs yerine Konstantinopolis hedef alınmıştır.
2 A.A.Vasiliev; History of the Byzantine Empire (1964 baskısı). 2. cilt syf.452
3 İmparator Isaac Angelus.(o devirde Bizans entrikaları inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
4 Geoffroy de Villahourdin: La Conquête de Constantinople
5 A.A.Vasiliev yukardaki eseri syf. 461
6 Quadriga, özellikle Roma ve Bizans’ta dört at tarafından çekilen yarış arabalarına verilen isimdir.
7 Jean Diwo ‘les Chevaux de Saint-Marc’ adlı tarihi romanı. (2000)  

Kaynak:


4 yorum:

  1. Aslında çok hüzünlü bir hikayeye sahip bu atlar. Lakin benim fikirimi soracak olursanız, orada şu an keyiflerinin gayet yerinde olduğu söyleyebilirim. :) İstanbula geri dönerler ise şuan ki kadar değer görürler mi orası tartışılır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir yönden, korumak, sahip çıkmak yönünden haklısınız ne yazı ki. Ulus olarak kimliğimizle çok övünsek de iş değerlerimizi korumaya gelince sınıfta kalıyoruz. Türk ve islamdan önceki Anadolu değerlerine hiçbir biçimde sahip çıkmamayı anlayamıyorum. Ama yine de ulusal değerlerimin başkalarının elinde olması bizler için büyük yitik.
      Sevgi ve saygılarımla.

      Sil
  2. 1204 yılındaki seferde talan etmişler, inanılmaz hasar vermişler Konstantinapolis'e. İnsanoğlu hep aynı. Bugün de görülmüyor mu aynı şeyler?
    Kısmetse Nisan ayında göreceğim bu meşhur atlıları:) Şimdiden heyecanlanıyorum.
    Benim fikrimce bu atların çalınması, oradan oraya gezmesi başlı başına bir hikaye, tarihi bir bilgi. Yani sanki orada kalabilir gibi geliyor. Bu topraklar bize aitken çalınanlar, satılanlar daha gurur kırıcı işler ve geri dönmeleri isteği öncelikli diye düşünüyorum. Tabii gönül ister ki bu topraklarda meydana getirilen her kültür mirası burada kalsın ve biz de onları layığıyla koruyabilelim.
    Ayrıntılı bilgiler vermişsiniz, elinize sağlık Bilgehan Bey.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel atlarımıza selam götürün. Daha çok insanımızın bu ibretlik öyküyü bilmesi ve değerlerimize daha çok sahip çıkmasını diliyorum.
      Sevgi ve saygılarımla.

      Sil