30 Eylül 2015 Çarşamba

BİR UZUN GEZİ DAHA BİTTİ

Bloğum yine bir süre sessiz kaldı. Bu kez, oldukça uzun bir süredir hazırlığını sürdürdüğümüz uzun bir gezi gerçekleştirdik. 18 Eylül’de başlayan orta İtalya gezimiz dün 29. Eylül akşam saatlerinde sona erdi. 12 gün süren gezimizde 20 şehir gezdik.

Bologna’da başlayan gezimiz aynı şehirde son buldu. 1o farklı şehirde geceleme yaptık. Araç kiralayarak yaptığımız gezide değişik ve ilginç şehirlerin yanı sıra İtalya, Slovenya ve San Marino olarak 3 değişik ülke toprağına geçiş yaptık.

Şehirler itibariyle ilginç yerlerin yanı sıra anlatmaya ve tanıtmaya değecek bazı oteller olacak. Ayrıca pek çok noktanın yorumlarını da Tripadvisor sayfamda yapacağım.

Fotoğrafların hazırlanması ve tanıtım yazılarının derlenmesi belli bir vakit alacak. Bu nedenle İtalya gezi notlarımın başlaması biraz daha geç olacak. Bu arada kitap tanıtımları ve Sakız Adası’nın kalan anlatımlarını devam ettirip bitirmeye çalışacağım.


Yarından itibaren blog sayfalarıma bekliyorum.

17 Eylül 2015 Perşembe

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6

 
KİTABIN ADI
Can Parası
KİTABIN YAZARI

Fakir Baykurt

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Literatür Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2015
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   (Orijinal 1. Baskı 1973 toplam 8 baskı)
KİTABIN SAYFA SAYISI
241 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Tartışmasız bir şekilde Türk Öykü Edebiyatında önde gelen yazarlardan olan Fakir Baykurt’un toplu eserlerinin yayınlayan Literatür Yayınevi ilk kez 1973’de basılan Can Parası öykü kitabının yeni baskısını çıkarmış durumda.
Toplam 21 öykünün yer aldığı kitapta yine Türk köylüsünün köy yaşamı, yoksulluk, cahillik, batıl inanç ve sömürü çemberindeki yaşamı anlatılıyor. Kitap 1974 Sait Faik Öykü Ödülü’nün sahibi.
Kitapta bir hoş sürpriz var. Varlık Özmenek’in yazar ile Mayıs 1972’de yaptığı bir söyleşi giriş olarak kitaba konmuş. Fakir Baykurt’u daha yakından ve kendi anlatımından tanımak isteyenler için de cazip.
Kütüphanenizin olmazsa olmazlarından olduğunu unutmayın.


16 Eylül 2015 Çarşamba

MESTA

Pirgi Köyü’nü geride bıraktıktan sonra bu kez yaklaşık 10 kilometre daha ilerideki Mesta Köyü’ne ulaşıyoruz. Ana yoldan köye saptıktan hemen sonra arabayı park için bir yer bulmanız gerekiyor. Zira surlar içindeki köye girmek için yaklaşık 100 metre kadar bir yol üzerinde park etmek neredeyse imkansız.
Köyün 14-15. Yüzyıllarda Bizans döneminde inşa edildiği tahmin ediliyor. Günümüze kadar oldukça iyi korunarak gelmiş durumda. Köyün içine girmek için sadece iki kapı vardır, sokaklar dardır ve evler, boşluklar olmadan yan yana inşa edilmiş. (Biz, giriş için yolun çatallaştığı yerden hafif sağa yönelerek duvar boyunca 50 metre kadar ilerleyip küçük bir kapıdan girdik) Köy, korsanların kaybolması ve köy merkezindeki önemli binalara ulaşamamaları için, bir labirent şeklinde inşa edilmiş. Evlerin yan yana olması, köylülere evlerin çatılarında görünmeden hareket etmeleri için tasarlanmış Sokaklar oldukça dar ve kaldırım taşı döşeli. Evlerin sadece içe bakan pencere ve kapıları var. Dış duvarlarda birkaç noktada küçük kule ve siperler bulunuyor.Bir de içeride saldırı anında saklanmak için hareketli köprüye sahip korunma kulesi var.







Köyün meydanında Taxiarchi Kilisesi bulunuyor. Kemerli ve tek geçitli bazilikası 1794 yılında tahta oymalarla iki geçitli hale getirilmiş.










Köyün küçük meydanı kafe ve lokantalara sahip. Ayrıca kilisenin hemen girişinde açıkta bir incir damıtma imbiği ile rakı imal ediliyor. Şişelenerek satılıyor. (50 cl şişe fiyatı 5 Euro)
Mesta’nın hemen 4 kilometre yakınında küçük bir balıkçı rıhtımı var. İyi seyirler.


 (Köyden çıkarken bize doğru gelen ve sohbet eden yaşlı köylü ile yarım İngilizce yarım jest ve mimiklerle hoş bir sohbetimiz oldu. Sonradan birlikte fotoğraf çektirmediğime üzüldüm. Aramızda geçen konuşmayı mealen size nakletmek isterim;
-          Siz Türk müsünüz?
-          Evet,
-          Hoş geldiniz, el sıkışalım, yok sağ el ile değil sol elle, sol ellerin birliği ve kavuşması  kalpten kalbe bağlantı kurar.
-          Tamam.
-          Çocukluğumda ben de iyi Türkçe konuşurdum ama sonradan unuttum. Savaş yıllarında babamı Naziler katletti. Türk ve Yunan hakları aslında dost ve kardeştir, ama bizlerin arasını açan kapitalistlerdir.
-          Var mı hiç Türkler hakkında bilgin?
-          Çok az, insan deyince Nazim Hikmet, takım Galatasaray, başka yok.
Yine sol elle dostça selamlaşıp ayrıldık)

15 Eylül 2015 Salı

ARMOLİA VE PİRGİ

Sakız Adası’nda adayı tanımanın önemli yollarından birisi araç kiralayarak adanın ilginç noktalarına ulaşmaktan geçiyor. Sakız Adası’nın olmazsa olmaz seyahat noktalarından birisi  de ada içindeki bazı köyler. En önemlileri aynı yol güzergahında bulunan Armolia, Pirgi ve Mesta köyleri. Bugünkü yazımızda ilk iki köye seyahat edeceğiz.
 Armolia
Armolia köyü ada içine yapılan yolculukta merkezden güney-güney batı doğrultusunda yol üzerinde ilk karşımıza çıkacak olan köy. Oldukça sık ve düzenli olan trafik levhaları sebebiyle daracık ilçe yollarından kolayca ilerlemeniz mümkün. İlçenin hemen dışında bulunan havaalanının hemen yanından güneye uzanan yol sizi 20 kilometre kadar sonra Armolia’ya ulaştırıyor

Armolia bir ortaçağ köyüdür fakat günümüzde neredeyse tamamen yeniden inşa edilmiş ve mimari yönden fazla bir özelliği kalmamış durumda. . Merkezdeki dar sokaklarda bulunan birkaç kemer kalıntısı bizlere buranın eskiye dönük bağları hakkında bir fikir veriyor. Armolia köyü bugün dekoratif seramik yapmada, testiler, vazolar, kavanozlar ve kupalar gibi etkileyici bir seramik koleksiyonuna sahip dükkanları ile yol kenarında hareketli bir alışverişe sahne oluyor. Köy içindeki


1744 tarihli, Panagia Kilisesinde adanın en eski ikonalarının var olduğu ve yakın bir tepede Vretou Manastırı ve hemen batısında Apolichonon Bizans Kalesi varsa da bunları dolaşma zamanımız olmadı. Sakız adası planı yaparken buraları da dikkate almakta fayda var.
 PYRGİ - PİRGİ

Armolia köyünden çıktıktan birkaç kilometre sonra adanın en ünlü köylerinden Pirgi’ye ulaşıyoruz. Köyün özelliği köy evlerinin çoğunluğunun ilginç siyah beyaz geometrik desenlerle süslü olması.

Sokaklar dar ve kaldırıma taşlarıyla döşeli. Zamanında bir dış duvarla çevrili köye tek bir kapıdan giriş sağlanırken bugün bu özelliği yitirmiş durumda. Biraz tırmanarak ulaştığınız köy meydanı kilisenin hemen altında ve çevresindeki kafelerle bir şenlik yeri gibi.
Köyün yerleşim biçiminin Cenovalılardan esinlenerek düzenlendiği tahmin edilmekte. Evlerin cephe desenlerinin (Xysta) denilen teknikle yapıldığı belirtilmekte. Beyaz ve siyah geometrik şekiller sıva üzerine işlenmekte ve el oymacılığı ile kazınması yapılmakta imiş.








Gezmeye ayıracağınız zamana bağlı olarak daracık sokaklarda kaybolduğunuzda ve sizi şaşırtan sürprizlere açık olmanız gerekiyor.







14 Eylül 2015 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5

 

KİTABIN ADI
Mitolojilerle Derin Denizli
KİTABIN YAZARI

Nuray Yakaryılmaz – Ümit Şıracı

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Kömen Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2013
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
166 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
9/10 


Bu kitabı blog dostlarımdan Sezer Hanım önerdi. Ülkemizde sayısı ne yazık ki henüz az olan alan çalışması içeren eser özellikle Denizli ili çapında araştırması ile her zaman başvurulabilecek önemli bir kaynak eser. Bunun ötesinde bir süre önce tanıtımını yaptığım John Steinbeck’in “Bilinmeyen Bir Tanrıya” kitabının okunmasıyla üst üste gelmesi nedeniyle yakaladığım ortak noktaları paylaşmak istiyorum.
Bu kitaptan;
Ulu ağaçlar, Türklerin mitolojileri ve mitolojilere bağlı olarak uygulanan ritüeller için de önemli bir yer tutar. Söz konusu olan bizatihi ağaca tapınma değildir, ağaçlar kutsalın bir tezahürüdür.”
“Ölüyü bir ağacın içine yerleştirmek, ona ilahi bir güç ve ebedi bir yaşam sağlayacağı düşüncesi ile yapılır.”
“Türklerde ağaç, ruhların gelip gittiği bir yoldur.”
“Kayın ağacından türeme çok görülen bir motiftir. Uygurlarda ağaç, hakan ve hakan soyunun simgesidir… Kayın-Ata, Kayın-Ana ifadeleri buradan gelir.”
Anadolu’da her köyde kovuklu ve yaşlı kutlu bir ağaç vardır ve bu ağaçlar asla kesilmez.”
Mağaralar doğum yerleridir. Yani toprak ananın rahmidir…Mağaralardaki mezarlıklar, bir takım erginlenme ve kurban ritüellerinin buralarda gerçekleşmesi, anneye mistik bir dönüş olarak açıklanabilir.”
Yukarıdaki adet ve ritüellerin Türk kökenli olduğuna kuşku yoktur. Kaynağı Orta-Asya’dan ve yüzyıllar öncesinden Gök Tanrı inancının tezahürüdür. John Steinbeck kitabında, çiftlikteki ulu ağaçtan bahsederken, romanın kahramanı, ölen babasının ruhunun ağaca yerleştiğini varsayıyor. Yine aynı romanda, yörenin yerlilerinin (Kızılderililer kastediliyor) kutsal saydığı bir mağara bulunmakta ve Joseph Wayne, doğanın tekrar canlanması için bu mağaranın girişinden akan suyun kurumaması için çabalar. Buradaki tipik anlatıların yukarıdaki alıntılarla çakışması ne kadar hayret verici. John Steinbeck’in Türk ritüellerinden kuşkusuz habersiz, ama yerli inançlarını araştırarak romanında kullanmış.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Güneş Dil Teorisi” kapsamında Amerikan yerlilerinin adet ve inançlarının araştırılarak rapor hazırlamasını istemesine ne dersiniz?
Bir köken birliği var mıdır acaba?
Bu kitap, kuşkusuz kitaplığınız için iyi bir kazanç olacaktır.


http://umitilekesif.blogspot.com.tr/

bloğunu meraklılarına tavsiye ederim.