28 Temmuz 2015 Salı

KISA BİR ARA DİYELİM….



Aslında aranın kısası uzunu olmaz, ara aradır. Ne ki, zorunlu aralar olmasın. İstem dışı aralar hüzünlüdür. Tatil araları ise özlem ve yeniden kavuşma heyecanıdır. Blog izlerleri devamlı düşüyor, sanırım artık mevsimsel de değil. Belki bıkkınlık, belki heyecan yitimi ya da başka alanlara yoğunlaşma… diyelim geçelim. Çok blog dostum izlediğim kadarı ile yazmayı bıraktı. Ben de iş yoğunluğundan yeni bloglar peşine düşemedim. Geride galiba “sadece, ben, sen , bizim oğlan kaldı” gibi (!)

Geçen eylülden bu yana bloglarım yazmayı ve iletmeyi sürdürdü. Umarım önümüzdeki yıl da devam ederim. Gerçekte yazılıp çizilecek o denli çok konu var ki, bazıları sırasını beklerken güncelliği yitiriyor. Kitap okumalarımı üzerinden çok süre geçtikten sonra yazabiliyorum. Gezilerimi bitiremiyorum (Çok ayrıntıya mı giriyorum, bilmiyorum. Ayrıntılı ve gidemeyenin gitmiş gibi olmasını istediğim için uzun yazıyorum –acaba ondan mı çok okunmuyor?- )

Şimdi yine tatil zamanı geldi…

Geride Trakya tatilimden yazamadığım iki konu başlığım kaldı.

Geride okunmuş ve henüz yorumlanamamış 12 kitabım kaldı. (Tatil dönüşü korkarım sıra gelmeyecek boyutlara erişecek)

Bazı çok önemli yazı ve makalelere ise hiç sıra gelmedi.

Tatilde yine hedef gezi noktalarım var ve dönüşte anlatılma sırası bekleyecekler…



atölyelerimizde Eylül’den itibaren  üretim devam edecektir, duyurulur…
En geç gün aşırı mutlaka ziyaret ettiğim yandaki blog dostlarım olmak üzere gelen geçen her dosta şimdilik selamlar, görüşmek üzere diyelim, umalım…

“Gittin mi büyük gideceksin! Ayrılık bile gurur duyacak seninle.” – Can Yücel




27 Temmuz 2015 Pazartesi

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 9

 

KİTABIN ADI
Yarım Ekmek
KİTABIN YAZARI

Fakir Baykurt

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Literatür Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
3. Baskı   (Orijinal 1. Baskı 1998)
KİTABIN SAYFA SAYISI
363 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Yazarın “Duisburg Üçlemesi” kitapları içinde yer alan bu romanı ile, yine köyden koparak Almanya’ya işçi giden bir ailenin ön planda yer alan olaylarla işçilerimizin Almanya’daki zor yaşamlarına göz atma fırsatı yakalıyoruz.
Burdurlu köy kızı Kezik, ailesi tarafından evlendirildiği Mustafa Acar ile eşinin demiryolcu olması sebebiyle İçanadolu illerine göç eder. Bir oğlu ve iki kızı olur. Demiryolcu Mustafa bir tren kazasında yaşamını yitirince çocuklarını da yanına alıp Almanya’ya Duisburg’a işçi gider. Bir yaşlılar evinde bulaşıkçıdır artık. Yıllar geçer, oğlu ve küçük kızı okumakta ve Alman sevgilileri vardır. Büyük kızını köylüsü bir oğlanla evlendirmiş 2 torunu vardır. Biriktirdiği parası ile eski bir üç katlı evi satın alır. Ev anıt eser sayıldığından, devlet tarafından onarılır o da borcunu azar azar öder. Bir katını kiraya verir bir katında evli kızı, diğerinde de kendisi çocuklarıyla oturur.
Artık ülkeye kesin dönüş yapması zordur. Çocuklarının gelecekleri için Almanya’da kalması kesin gibidir. Derken rüyalarında demiryolcu Mustafa’yı görmeye başlar, eşi sürekli olarak “Artık gelmeyeceksen beni yanına al” demektedir. Kezik Acar, Türklerin cenazelerini Türkiye’ye götürdükleri bir sırada kocasının kemiklerini Almanya’ya getirmeye kalkar. Üstelik Duisburg’da Müslüman mezarlığı da yoktur.
Ama, demiryolcu Mustafa rüyadan çıkacak gibi değildir. Kezik Acar mücadelesine başlar… Türk işçilerinin zorlu Avrupa macerasının pek çok yönüne ışık tutan, belgesel tadındaki bu romanı okumak, gurbetteki insanımızı anlamak, en azından anlamaya çalışmak kanımca önemli…



24 Temmuz 2015 Cuma

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 8

 
KİTABIN ADI
Kızıl Süvariler (Konarmiya) Toplu Öyküler II
KİTABIN YAZARI

İzak Babel

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ergin Altay
KİTABIN YAYINEVİ
Can Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
200 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


İzak Babel’in ilk öykü kitabı “Odessa Öyküleri”ni blogda 23.7.2013’de tanıtmıştım. Odessalı bir Yahudi aileden olan Babel, Sovyet edebiyatının ilk yıllarında dikkati çeken ve Gorki’ye çok yakın bir yazardır. Ancak Gorki’nin ölümünden sonra Yahudi soruşturmalarında haksız bir tutuklama ile hayatını kaybetti.
Kızıl Süvariler, yazarın, kızıl orduların beyazlarla savaşlarında geçen öykülerden oluşuyor. Kitaptaki 40 öykünün bir kısmı birbirini takip eden olaylar olsa da tam kapsamı ile savaşı ve insanları anlatıyor.
Yitik bir yazardan  yitik öyküler. Ama İzak Babel’i tanımaya değer diyorum.

 İzak (Isaak) Emmanuiloviç Babel (d. 30 Haziran/13 Temmuz 1894, Odessa - ö. 27 Ocak 1940, Moskova), Sovyet/Rus yazar. Konularını genellikle savaştan ve Odessa Yahudilerinin yaşantılarından alan Babel, Sovyetler Birliği'nin kuruluş döneminde yenilikçi bir yazar olarak tanınmış, 1930'ların başında büyük bir üne kavuşmuştur.

1894 yılında Odessa'da dünyaya geldi. Yoksul düşmüş bir Yahudi ailesindendi. Öykülerinin duyarlılığında, karamsarlığında etkisini gösteren bir suçlanma ve yargılanma ortamında büyüdü. Sonradan Odesskiye rasskazi (Odessa Masalları) adlı kitabında yer alan ilk yapıtları, 1916'daPetersburg'da Maksim Gorki'nin yayımladığı aylık bir dergide basıldı; ama çarın sansürcüleri bunları kaba ve müstehcen buldu. Gorki genç yazarın veciz ve doğalcı üslubunu övdü ve "dünyayı görmesini" öğütledi.
Buna uyan Babel, Devrim ve İç Savaş sırasında Kızıl Ordu'da çeşitli görevlerde bulundu; Kazak 1. Süvari Ordusu'nda savaştı ve siyasi poliste görev aldı (Babel'in kızı bunu yadsımaktadır). Belki de en önemli deneyimini, Sovyet-Polonya Savaşı'ndaki askerliği sırasında edindi. Bu savaşın sonucundaKonarmiya (1926; Kızıl Süvariler, 1968, 1977) olarak bilinen bir grup öykü ortaya çıktı. Bu öyküler, her şeyi naif bir kesinlikle ve güçlü betimlemelerle anlatan, deneyimsiz, genç bir Yahudi aydınının gözünden savaşın farklı yönlerini ortaya koyar. Genellikle anlamsız bir acımasızlığın egemen olduğu bu öykülerde, yalnızca imgelemde bile olsa sevinç ve mutluluğun da var olduğu bir yere olan inanç sürdürülmektedir.
Odesa Masalları 1923-1924'te ayrı ayrı öyküler halinde, 1931'de de kitap olarak basıldı. 1926'da Kızıl Süvariler adlı kitabı yayımlandı. Bunları diğer hikayeler, senaryolar ve oyunlar (Zakat (1928) ve Mariya (1935)) izledi.
1930'ların başında ülkesinde ünü oldukça büyüktü, ama Stalinci kültürel düzenlemenin yoğunlaştığı dönemde resmi eleştirmenler onun yapıtlarının devletin onayladığı edebi öğretiye uyup uymadığını sorgulamaya başladılar. 1934'de ise, kendini, alaycı bir dille, <> olarak niteleyen Babel, 1935'ten sonra ülkesinde suskunluk ve belirsizlik içinde yaşadı. SSCB'de basılan son yapıtı, 1936'da ölen Gorki için 1938'de yazdığı kısa bir övgüdür.
Babel Sovyet gizli polisi NKVD tarafından 1939 baharında tutuklandı, 1940'ta Sibirya'da bir cezaevinde öldü. Stalin'in ölümünden sonra, 1954 yılında mahkeme tarafından aklandı, itibarı iade edilen Babel'in öyküleri yeniden basıldı.



15 Temmuz 2015 Çarşamba

KIRKLARELİ AŞAĞIPINAR NEOLİTİK YERLEŞİMİ

Kırklareli ilimizde artık neredeyse kent içinde kalmış Aşağı Pınar Höyüğünde yapılan kazılar sonucunda çıkan buluntuların bir kısmı, yerleşimin olası evleri kurgulanarak yapılan evlerde yerinde sergilenmekte. Ülkemiz müzeciliği açısından bu çok değerli yaklaşımı ve düzenlemeyi Trakya gezimiz sırasında gezme şansımız oldu. Aşağıdaki bilgiler çerçevesinde tanıtmak isterim.
Aşağı Pınar Höyüğü, Kırklareli İl merkezinin 3 km. güneyinde yer alan bir höyüktür. Haydardere, bir kıvrım yaparak tepenin kuzeyinden ve batısından geçmektedir. Aşağıpınar Höyüğü’nün kuzeybatısında bulunan tatlı su kaynağının önceleri daha doğuda, Haydardere Yatağı üzerindeyken, zamanla batıya doğru kaydığı ve aynı şekilde bu pınar önünde küçük bir gölcük–bataklık olduğu da öğrenilmiştir. Höyüğün üzerine Geç Antik Çağ'da yapılan bir tümülüs tahribata neden olmuştur. Tümülüs, 38 metre çapında bir çevre duvarı üstüne kurulmuş olup, höyüğün eteklerinden alınan toprakla doldurulmuştur. Oluşan tepenin 19. yüzyıl sonlarında bölgeyi bir süreliğine işgal eden Rus kuvvetleri tarafından hazine aramak için düzleştirilmiş olduğu düşünülmektedir.
Aşağı Pınar Höyüğü, Anadolu'daki höyüklerden belirgin bir farklılık göstermektedir. Bu farklılık "yatay tabakalanma" olarak da adlandırılmaktadır. Höyükteki tarihöncesi dönemlerin ilk yerleşmesi, Aşağı Pınar olarak bilinen mevkide başlamıştır. Daha sonra zaman içinde sürekli olarak batıya kaymış, Erken Tunç Çağı'nda Aşağı Pınar'ın 300 metre batısındaki Kanlıgeçit Mevkii'ne gelmiştir.
Kazılar
Höyük, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan tarafından Trakya ve Marmara Bölgelerinde yapılan yüzey araştırmaları sırasında 1980 yılında tespit edilmiş, kayıtlara Salhana adıyla geçirilmiştir. Bazı yayınlarda Kırklareli Höyüğü olarak da geçmektedir. Bölgedeki hızlı yapılaşma sonucu, diğer arkeolojik değerler gibi kısa süre içinde tahrip edileceği endişesiyle 1993 yılında Prof. Dr. Mehmet Özdoğan Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden ve Hermann Parzinger yönetiminde kazılar başlatılmıştır. Başlangıçta Türk ve Alman arkeologlarca sürdürülen kazılara daha sonraki yıllarda Bulgar, İspanyol ve Slovak arkeologlar da katılmıştır. Üçbin metrekare kazı alanıyla günümüzde Güneydoğu Avrupa'da, günümüzden 6.200 – 7.200 öncesine ilişkin en geniş kazı alanıdır. Öte yandan Aşağı Pınar, Doğu Trakya'daki en büyük prehistorik yerleşmedir.

Tabakalanma [
Aşağıpınar kazılarında şimdiye kadar rastlanan en eski kültür katı M.Ö. 6200 yıllarına tarihlenmektedir. Anadolu kronolojisine göre Geç Neolitik, Balkan kronolojik sisteminde ise Neolitik Çağ–Karanovo II dönemine tarihlenen bu ilk yerleşim, Demir Çağı’na (M.Ö. 1200) kadar süregelecek olan Trakya kültürünün de temellerinin atıldığı bir süreci temsil etmektedir. 1993 Höyükteki kazılarda yedi tabaka saptanmıştır. Bu tabakalardan 7-6. tabakalar Neolitik Çağ (MÖ 6.400 – 5.700) ve 5-1. tabakalar da Kalkolitik Çağ (MÖ 5.500 – 4.800) olarak gösterilmektedir. Genel bir çerçevede Aşağı Pınar Mevkii Kalkolitik Çağ yerleşimi, Kanlıgeçit Mevkii ise Erken Tunç Çağı yerleşimi olarak tarihlenmektedir.
Höyüğün doğusunda, neolitik yerleşmenin hemen güneyinde farklı bir dolguda, iri hayvan kemiklerinin yanı sıra hem neolitik hem de kalkolitik tabaka buluntularındaki mal gruplarının özelliklerini veren çanak çömlekler ele geçmiştir. Bu nedenle bu dolgunun, Neolitik Çağ'a tarihlenen 6. tabaka ile Kalkolitik Çağ'a tarihlene 5. tabaka arasında bir geçiş evresi olduğu düşünülmektedir. Öte yandan höyüğün Erken Tunç Çağı ile Erken ve Orta Demir Çağı'nda da yerleşim gördüğü anlaşılmaktadır. Demir Çağı ile ilgili olarak tümülüsün tahrip ettiği tabakanın altında birçok çukur olarak temsil edilmektedir. Trakya için tartışmalı olan MÖ 2. binyıl ve Erken Tunç Çağı'na ait duvar ve taba parçaları, bu dönemde yerleşim olduğunu göstermektedir.

Buluntular 
Aşağıpınar Mevkinde 1993 yılından bu yana aralıksız olarak sürdürülen arkeolojik kazı çalışmalarında günümüzden 8200 yıl öncesinde Anadolu’dan Trakya’ya tarım ve köy yaşantısını getiren, bölgenin en eski çiftçi toplumlarının izlerine rastlanmıştır. Bu bulgular Avrupa Kıtası'nda, günümüze kadar gelişen uygarlığın ilk temellerini oluşturması bakımından bilim dünyasında büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Aşağıpınar yerleşimi 2000 yıl kadar aralıksız devam ettikten sonra günümüzden 6200 yıl kadar önce terk edilmiştir.
En alttaki kültür katı olan 7. tabaka, kenarları özenli bir şekilde sıvanmış bir hendekle temsil edilmektedir. Hendeğin 2 metre genişlikte ve 1 metre derinlikte olarak höyüğü çevrelediği düşünülmektedir.

Neolitik Çağ tabakalarında ağır bir yangın geçirdiği anlaşılan bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Boyutları 16 x 8 metre olan üç odalı bu yapının dış duvarları büyük ahşap dikmelerin arası dallarla örülerek ve daha sonra balçıkla kaplanarak yapılmıştır. İç duvarlar da aynı teknikle yapılmıştır ama daha incedir. İki odada kerpiçten yapılma dörtgen ya da yuvarlak ambarlar vardır. Yapı, Erken Neolitik Çağ'ın Karanovo II dönemine tarihlenmektedir. Genişletilen kazılarda bu yapının doğu – batı yönünde uzandığı, birbirine bitişik odalardan oluştuğu anlaşılmıştır. Bu durum 6. yapı katında evlerin doğu – batı yönünde yan yana ve bitişik yapıldığını göstermektedir. Kalkolitik tabakaların düzenli sıralar halinde fakat ayrık yapı tarzıyla karşılaştırıldığında her iki tabakanın birbirinden farklı yaşam tarzı anlayışına sahip olduğu belirtilmektedir.


Öte yandan neolitik tabaka olan 6. tabakada ele geçen çanak çömlekle Orta ve Batı Balkanlar'ın neolitik buluntuları aynı özellikleri göstermekle birlikte Anadolu'ya özgü buluntu toplulukları da vardır.

Kanlıgeçit Mevkii'ndeki Erken Tunç Çağı yerleşimi akropol olarak tanımlanmakta olan surla çevrili bir yerleşimdir. Esasen MÖ 3.000'li yılların başına tarihlenen bu yerleşimde başlarda Balkan etkiler göstermekte iken Erken Tunç Çağı ortalarından itibaren Anadolu özellikleri vermeye başlamıştır. Aşağı Pınar Mevkii'ndeki Kalkolitik Çağ yerleşiminin çeşitli buluntuları üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda Bulgaristan'ın Karanovo III-IV kültürü ile aynı süreci yansıttığı belirtilmektedir. Kazılarda ele geçen bitki kalıntıları yerleşmede üç tür buğday, arpa, bakla ve mercimekgillerin tarıma alındığını göstermektedir.


Değerlendirme
Kalkolitik Çağ yapı katındaki buluntuların Radyokarbon tarihleme yöntemi MÖ 5.800 – 5.700 yıllarını vermektedir. Buluntular, dönemin Bulgaristan Karanovo II buluntularıyla benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte yerleşim düzeni Bulgaristan'daki Karanovo yerleşimlerinden çok farklı olup Orhangazi yakınlarındaki Ilıpınar Höyüğü ile tam bir benzerlik içindedir.


Aşağı Pınar Höyüğü'nün arkeolojik değeri bir bakıma bulunduğu coğrafi konuma, Avrupa ile Anadolu ve daha doğusu arasında doğal bir kültürel köprü üzerinde bulunuşunda yatmaktadır. Kısacası, Neolitik Devrim'in daha genel ifadeyle "Neolitik Paket"in (hayvanlardan ikincil ürün olarak da yararlanma, çanak çömlek yapımı, yerleşik düzenin köyleşmesi gibi) Orta Anadolu üzerinden Ege ve Avrupa'ya yayılmasında höyük önemli bir basamak olmuş görünmektedir.








13 Temmuz 2015 Pazartesi

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7



KİTABIN ADI
Öteki Mehmed Akif  VAİZ
KİTABIN YAZARI

Sinan Meydan

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
İnkılap kitabevi
KİTABIN BASKI YILI
2015
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
284 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
9/10 


Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşımızın söz yazarı olmakla birlikte toplumda değişik duygularla anılan, sahiplenilen ya da sahiplenmekten çekinilen bir şairdir.
Özellikle son 20-30 yıllık dönemde gericilerin önemli sembollerinden birisi yapılan ve anma günleri sahiplenilen şairimizi, Kurtuluş Savaşından sonraki devrimlere ve Atatürk’e karşı olduğu için gönüllü Mısır’a sürgün gittiği söylenen, Yeni Osmanlıcıların bayrak yaptığını bilirsiniz.
Sinan Meydan sol ve Atatürkçü kesim tarafından fazla tutulmayan sadece İstiklal Marşımız sebebiyle saygı duyulan şairimizi hayatı, şiirleri ve düşünceleriyle yakından tanıtıyor ve gericilerin bayrak yaptığının aksine, 2. Abdülhamit düşmanı ve Kurtuluş Savaşımızda gönüllü katılımcı olan, özellikle Kastamonu ve dolaylarında verdiği vaazlarla halkı direnişe destek olmayan çağıran yüzüyle tanıtıyor.
Asla gerici olmayan, eşinin ve kızlarının başını kapatmayı hiç düşünmeyen, çağdaşlığa özenen Ersoy’un sadece devrimlerde devrimci bakış açısı yakalayamayan fakat ömrünün son günlerinde Atatürk’e minnet duyan kişiliğini öğreniyorsunuz.
Kitapta şairin hayat hikayesinden sonra, “Akif’in Medeniyet Görüşü”, “ Dine ve düne bakışı”, “Direnişçi Akif”, “Akif’i kullanıp Atatürk’e saldırmak”, “son röportajı” başlıkları altında bölümlerde şairi yakından tanıyacaksınız.


10 Temmuz 2015 Cuma

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6



KİTABIN ADI
Ebedi Nişanlı Kafka (Kafka, L’eternal Fiance)
KİTABIN YAZARI

Jacqueline Raoul-Duval

KİTABIN ÇEVİRMENİ
İnci Malak Uysal
KİTABIN YAYINEVİ
Can Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2015
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   (Orijinal ilk baskı 2011)
KİTABIN SAYFA SAYISI
207 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Edebiyatseverlerin kesinlikle göz ardı edemeyeceği ve mutlaka kitaplığında bulunması gereken bir eser.
Öncelikle ifade edeyim bir roman gibi yazılmış ama eserin çıkış noktası Kafka’nın saklanmış mektupları ve anılara dayalı anlatımlar oluşturuyor. Romanda, Kafka’nın hayatına giren ve nişanlanma aşamasında ve evliliğin hemen öncesi ayrılıkla sonuçlanan aşkları konu ediliyor. Felice Bauer, Julie Wohryzek, Milena Jesenska ve Dora Diamant (Dymant) ile ilişkileri, mektuplardan sızan olaylar akıcı bir şekilde anlatılıyor.
(Kafka ve Felice Bauer)
(Julie Wohryzek)
(Milena Jesenska)
(Dora Diamant)
Kafka sağlığında bir çok el yazmasını kendisi yok eder. Bu nedenle bir çok önemli belge ne yazık ki yok olmuştur. Ölüm döşeğinde iken arkadaşı Max Brod’a kalan tüm kitap ve belgelerini yok etmesini vasiyet eder. Max Brod bu vasiyeti yerine getirmez ve belgeleri saklar. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yayınlanan yazı ve romanlarda Kafka yeniden keşfedilir.
Max Brod ölümünden önce el yazmalarını sekreteri Esther Hoffe’ye emanet eder. Hoffe, yakın zamanda bu el yazmalarını açık artırma ile satmaya karar verir. Ancak İsrail Devleti, bir Yahudi olan Kafka’nın el yazmalarının ulusunun malı olduğunu öne sürerek dava açar.
Kitap bu açıklama ile bitiyor.
Ancak;
Kitabın yayınından tam 4 yıl sonra ve tesadüf bu ya, kitabı okuduktan sonra, devam edegelen davada mahkeme kararını verir. Bu mahkeme kararı ile ilgili gazete haberini de ekte sunuyorum.
Kitabı gerçekten almaya ve okumaya değmez mi? Siz karar verin…


"Yüzyılın en önemli yazarlarından Franz Kafka'ya ait el yazmalarının nerede kalacağına ilişkin bir süredir devam eden dava sonuçlandı.
03 Temmuz 2015 Cuma 12:53
20. yüzyılın en önemli yazarlarından Franz Kafka'ya ait el yazmalarının nerede kalacağına ilişkin bir süredir devam eden dava sonuçlandı.

Yazar , başyapıtlarından biri kabul edilen ‘Dönüşüm’ başta olmak üzere pek çok müsveddeyi ölümünden önce arkadaşı Max Brod’a teslim edip kendisinden bu metinleri yakarak yok etmesini istemişti.

Ancak Max Brod, bu dileği yerine getirmedi. Hatta yazarın ölümünden sonra metinleri yayımladı.

1968 yılında hayatını kaybeden Max Brod, el yazmalarını asistanı Esther Hoffe’ye emanet etti. Hoffe, 1973 yılında el yazmalarını açık artırmaya çıkararak satma fikrini ortaya attı.

Mahkeme, Brod’un vasiyetine uygun olmadığı gerekçesiyle bu fikre engel olmuştu.

Kafka'nın el yazmalarının nerede tutulacağına ilişkin uzun süredir devam eden dava, nihayet sonuçlandı.

Karara göre, el yazmalarının kendilerine ait olduğunu ileri süren Hoff
e
’un kızları, metinleri İsrail Ulusal Kütüphanesi’ne emanet edecek (hurriyet)"



9 Temmuz 2015 Perşembe

EDİRNE KARAAĞAÇ – TREN İSTASYONU – LOZAN ANITI

Edirne gezimizi tamamlamadan önce zaman darlığı nedeniyle çok kısa bir ziyaret yaptığımız Karaağaç bölgesinden de kısa bahsetmek gerekiyor.
KARAAĞAÇ
Karaağaç, Edirne ilinin Merkez ilçesine bağlı bir mahalle. Karaağaç,Meriç Nehrinin 2 km batısında, Yunanistan sınırına 4 km uzaklıktadır.
16. yüzyıldan önceki kaynaklarda adına rastlanmayan Karaağaç, topografik konumu itibariyle Edirne’ye oranla daha yüksek bir mevkide bulunması, orman ve nehirlerle çevrilmiş olması sebebiyle Edirne merkeze oranla özellikle yaz aylarının daha serin geçmesi ve şehre yakın olması nedeniyle bir sayfiye yeri olmuş durumda. Tarihinden bahseden kaynaklarda Karaağaç'ın bir Rum köyü olduğu, Edirnelilerin yazlık evlerinin bu köyde bulunduğu ve köyün o zaman için, çevre halkı tarafından mesirelik ve eğlence bölgesi özelliğini taşıdığı anlatılmaktadır.
19. yüzyıldan itibaren İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan tren yolu için Edirne Garı'nın Karaağaç'a yapılmasından sonra köy gelişmeye başlamış, ticaret artmış, geniş bir alana yayılan dutluklar ile ipekböceği üretimi yapılarak koza fabrikaları açılmış. 20. yüzyılın başlarında da devam eden gelişme, artan nüfusuyla birlikte köy konumundan kaza konumuna gelmiş; oteller, lokantalar, kafeler, sinemalar dans salonları, birahaneler gibi gösteri ve eğlence yerleri ile çeşitli spor etkinliklerinin yapıldığı Karaağaç “Küçük Paris" lakabını almıştır. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında zaman zaman el değiştiren Karaağaç, artan nüfusu ve tren yolunun buradan geçmesiyle Fransız askeri makamlarının idaresinde kurulan, “Müttefikler Arası Trakya Hükümeti”ne 7 ay boyunca Gümülcine ve İskeçe ile birlikte merkezlik yapar. 1920-23 yılları arasında Yunan işgali altında kalan Karaağaç, Lozan Antlaşmasıyla savaş tazminatı olarak Türkiye' ye verilmiş.
Halen özellikle nehir kıyısında restoranlar ve gar yanında çok sayıda kafe sebebiyle özellikle üniversite gençliğinin toplandığı ve vakit geçirdiği bir bölge durumunda.
Karaağaç Tren İstasyonu 
Edirne'nin Karaağaç kasabasında bulunan ve II. Abdülhamit devrinde yaptırılan tren istasyon binası Edirne Tren Garı,  İstanbul'daki Sirkeci Garı örnek olarak yapılmış gar binalarından birisidir. Şark Demiryolları Şirketi adına Mimar Kemalettin Bey tarafından neoklasik üslupta inşa edilmiş. Üç katlı, dikdörtgen planlı ve 80m. uzunluğunda bir yapıdır. İstanbul'u Avrupa’ya bağlayan demiryolunun en önemli istasyonlarından birisi konumunda imiş.
İnşaatı 1914 yılında genel olarak bitirilmiş, ancak o yıl başlayan I. Dünya Savaşı nedeniyle demiryolu güzergahı değiştiği için hizmete giremez. Savaş sonunda bir süre Osmanlı Devleti sınırları dışında kaldı.
 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması'nda Karaağaç, Bosnaköy ile birlikte Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık, savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verildi. Böylece yeniden Türk sınırlarına giren Karaağaç İstasyonu, 14 Eylül 1923 günü Yunanlardan teslim alındı ve 1930'da işletmeye açıldı.
Ne var ki Rumeli demiryollarının büyük bölümü ülke sınırlarının dışında kalmıştı ve trenler İstanbul’dan Edirne’ye ulaşmak için Yunanistan'a girmek zorunda kalıyordu; bu yüzden yeni bir demiryolu hattı inşası başlatıldı. Ağustos 1971'de, Pehlivanköy-Edirne arasındaki yeni demiryolu hattının açılması ve kent içinde yeni gar binasının hizmete girmesinden sonra Kaarağaç İstasyon Binasının önündeki raylar söküldü.
Türk-Yunan sınırının çok yakınında bulunan bina 1974 yılı Kıbrıs olayları sırasında bir ileri karakol görevi yaptı; 1977 yılında yeni kurulan ve bugünkü Trakya Üniversitesi’nin temelini oluşturan Edirne Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ne verildi.
Trakya Üniversitesi tarafından orijinaline uygun olarak restore edilen bina, 1998’den sonra bir süre üniversiteye Rektörlük Binası olarak hizmet vermiş fakat halen günümüzde Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanılmakta. 
 (Fotoğraf: Vikipedi)
Lozan Anıtı, Meydanı ve Müzesi

Tren garını solunuza alarak yürümeye devam ettiğiniz takdirde ulaşacağınız alan Lozan meydanı olarak düzenlenmiş ve buraya dikilen "Lozan Anıtı” geçmişe bir onur anıtı olarak yükselmekte, Meydanı ve Müzesi" nin 19 Temmuz 1998 günü açılışı yapılmış. (ek istasyon binalarından birisi ise Lozan Müzesi olarak hizmete açılmış) Müzeyi zaman darlığı sebebiyle gezemedik.