31 Ekim 2014 Cuma

VARŞOVA AYAKLANMA MÜZESİ (The Warsaw Uprising Museum-Muzeum Powstania Warszawskiego)

(Müzenin dış görünümü - Wikipedia)
Varşova Ayaklanması, Polonya'daki Armia Krajowa (Halk Ordusu) birliklerinin; Varşova'yı Nazi Almanyası'ndan kurtarmak için gerçekleştiği, 2. Dünya Savaşı'nın önemli operasyonlarından birisidir. Ayaklanma zaman olarak, Sovyet Rusya'nın Kızıl Ordu'sunun Varşova şehrinin doğu bölgesinde belirdiği ve Alman birliklerinin geri çekildiği dönemde gerçekleştirilmiş.
Ayaklanma, 1 Ağustos 1944'te, ulusal düzeydeki Fırtına Operasyonu'nun (Operation Tempest) bir parçası olarak, Sovyetler'in Lublin-Brest Taarruzu ile Varşova'ya ilerlediği dönemde başlamıştır. Operasyonun temel hedefi, Alman birliklerinin şehirden atılması ve Almanya ve bağlaşıklarına karşı verilen mücadeleye destek olmaktı. İkinci hedef ise, Varşova'yı Sovyetler'den önce kurtarmak ve Sovyetler'in oluşturduğu Polonya'nın geçici hükümeti kontrolü eline almadan önce Polonya'da mücadele amaçlı oluşturulmuş gizli örgütlenmenin gücünü arttırmaktı.
(Müzenin logosu-Wikipedia)
Ayaklanmanın başlarında, Polonyalı kuvvetler Varşova'nın kontrolünü ele geçirdiler. Ancak, Sovyet birlikleri şehir sınırlarının ötesine geçmediler. Bu esnada, Almanya birlikleri ile Polonya birlikleri arasındaki şiddetli sokak savaşları devam etti. 14 Eylül 1944 tarihinde, Sovyet komutası altındaki Polonya birlikleri, Vistül Nehri'nin doğu yakasını ayaklanma bünyesindeki isyancılar ile işgal ettiler. Fakat, sadece 1,200 kadar kişi nehrin batı yakasına geçti.
Winston Churchill; Stalin ve Franklin D. Roosevelt ile birlikte, Britanya'nın Polonya müttefiklerine yardımda bulunacağını ve bu durumdan fayda gözetmeyeceğini açıkladı. Churchill bölgeye hava birlikleri gönderdi. Daha sonra, bölgede Sovyet birliklerinin hava trafik kontrolünü edinmesinden sonra Amerikan Hava Birlikleri, Polonya'ya destek amacıyla bölgeye önemli düzeyde hava birlikleri gönderdi.
Sayıları tam olarak bilinmemesine rağmen; hayatını kaybeden Polonyalı direnişçi sayısının 16,000 dolaylarında, önemli ölçüde yaralanan direnişçilerin sayısı ise yaklaşık olarak 6,000 dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Buna ek olarak, yaklaşık olarak, 150,000 ile 200,000 kadar Polonyalı sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir. Alman birliklerince evden eve gezilerek kimi bölgelerde tahliye işlemi (tüm komşular dahil olmak üzere) gerçekleştirildi. Bu tahliyeler sırasında, kimi bölgelerde soykırım tehlikesi nedeni ile koruma altına alınan (saklanmasına müsaade edilen) Yahudi bireylerin olduğu anlaşıldı. Bu olaylar süresince toplam 8,000'den fazla Alman asker hayatını kaybetti veya kayboldu, ayrıca 9,000 asker yaralandı.
Şehir çatışmaları sırasında, Varşova'daki binaların yaklaşık olarak %25'i yıkıldı veya önemli ölçüde tahrip edildi. Polonyalı birliklerin teslim olmasından sonra, Alman birlikleri kalan binaların yaklaşık olarak %35'ini tahrip etti.
 (Kraliyet sarayının parçaları)
Daha önce gerçekleşen; Polonya'nın İşgali ve Varşova Getto Ayaklanması ile birlikte, Varşova Ayaklanması'ndan sonra Varşova şehrindeki yapıların %85'i yıkılmış veya ağır hasar almış durumdaydı. 1945 yılının ocak ayında, Sovyetler Varşova'ya girmiştir. Savaşın başlangıcında 1.300.000 kişi olarak tahmin edilen Varşova nüfusunun savaş bitiminde 440.000’e düştüğü ifade edilmekte.
Polonya’da, 1944 direniş ruhunu yaşatmak için oluşturulan ayaklanma müzesi 1983 yılında müze enstitüsünün kurulmasıyla başlanmış ve müze 31 Temmuz 2004’de, ayaklanmanın 60. Yılı törenleriyle birlikte tam olarak açılmış.
Müzede çok sayıda görselin yanı sıra pek çok yerde projeksiyon ile görüntülenen filmler ve tanıkların ifadelerinin sesli anlatımları yer alıyor.
Ayrıca hangar bölümünde giriş biletine ek ödeyeceğiniz ücretle 6 dakikalık bir film gösterisi var. Film, 1945’de savaş bitiminde Varşova’nın uçaktan alınmış görüntüleri yer alıyor. Varşova’da mutlaka ziyaret edilmesi gereken müze görüntüleriyle sizi baş başa bırakıyorum.














(Direnişçilerin yer altı tünellerinin replikası)

30 Ekim 2014 Perşembe

AĞUSTOS AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6

 
KİTABIN ADI

Amcanın Düşü ("Dyadyushkin son" (Дядюшкин сон)

KİTABIN YAZARI
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Nihal Yalaza Taluy
KİTABIN YAYINEVİ
Can Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2005
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
176  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Dostoyevski, 1859’da yazdığı bu uzun öyküsünde (ya da kısa roman mı diyelim?) diğer kitaplarından farklı bir metod izler. Öykü sakin başlayan ancak giderek artan temposuyla son sahneleri büyük bir koşuşturma içinde geçer.

Mordasov kasabası içine kapalı küçük bir taşra kasabasıdır. İlçenin önemli şahsiyetlerinden Marya Aleksandrovna Moskaleva, kızı Zinaida Afanasyevna’nın iyi bir evlilik yapmasını istemekte ve nişanlısını beğenmemektedir. Çok uzak bir akraba amca Prens Gavrila’nın gelmesi üzerine iyi bir plan yapar. Önce kızını ikna eder ve sonra yaşlı amcayı evliliğe inandırır.

Ancak amcanın yattığı uykudan uyanmasıyla işler karışacaktır…

Dostoyevski’nin Türkçede yayınlanmış eserlerinin sonuna yaklaşıyoruz. Uygun bir zamanda, koleksiyonerler için bir liste vermeyi planlıyorum. İyi okumalar.

28 Ekim 2014 Salı

ÇUBUK KARAGÖL DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Geçtiğimiz Pazar günü, artık yavaş yavaş sonbahardan kış günlerine geçtiğimiz bu dönemde, doğa gezimizi bu kez Ankara’nın çok bilinen mesire yerlerinden Çubuk Karagöl tarafından gerçekleştirdik.
Sabah değişik noktalardan katılımcılarımızı aldıktan sonra toplam 29 gezgin yürüyüşçü olarak ilk mola noktamız olan Çubuk ilçesine saat 09.00 sıralarında ulaştık. Çay ve gözleme molası ve eksik yiyeceklerin tamamlanmasından sonra Karagöl’e doğru yola çıktık. Yaklaşık bir haftadır Ankara bölgesi bol yağış almakta. Ancak gün içinde sürekli yağış yerine değişik sürelerle yağış geçişleri devam ediyor. Karagöl’e saat 10.30 dolaylarında ulaştığımızda yağmur başlamak üzereydi.
Saatlerin geri alınması sebebiyle 17.00 sıralarında karanlık çökeceğinden, yürüyüş sonu yapacağımız sucuk ekmek keyfi için biraz daha önce dönmemiz gerektiğinden bugünkü yürüyüşümüzü tahminen 10 kilometre ile sınırlandırdık.

Yürüyüş öncesi aracın yanında yağmur tentelerini kurarken başlayan yağmur 5 dakika içerisinde sona erince, yağmurlukları çıkararak saat 11.00’e doğru tepelere doğru yürüyüşümüze başladık. Yağmur bir süredir devam ettiği için sayısız derecede çok çeşitli mantar türü ormanı istila etmişti. Ormandaki ağaçların, sarının ve yeşilin her tonuna bürünmesi doyumsuz bir güzellik sergiliyordu.


Oldukça dik bir yamaçtan tepelere doğru çıkışımızı gerçekleştirdik. Yürüyüş kısa olacağından zorluk derecesini biraz artırıp geldiğimize değecek bir gezinti hedefledik. Tepede daha çok orman içindeki patikaları tercih edip, orman yollarına fazla girmeden büyük bir çember çizdik.

Saat 13.00 sıralarında kısa bir yemek molası verip, mangal keyfine kadar tekrar acıkmak için yürüyüşümüze devam ettik. Ormanda rastladığımız tek hayvan, henüz kış uykusuna geçmemiş bir yavru engerek yılanıydı.




Tam saat 15’e doğru Karagöl’e indiğimizde yağmur geçişi yine başladı. Ancak yağmurun bile durduramadığı ateşimizi yakıp mangal keyfimizi gerçekleştirdik. Saat 17.00’e doğru son molamızı vermek için Çubuk ilçesine hareket ettik. Meşhur Çubuk turşuları ve bazlama alışverişleriyle tamamlanan gezimizi 18.30 saatlerinden ulaştığımız Ankara’da noktalarken doğayla iç içe geçen keyifli bir gün sonrası yeni yürüyüş planlarımızı yapmaya başladık.

24 Ekim 2014 Cuma

VARŞOVA MARİE CURİE MÜZESİ Maria Sklodowska Curie Museum (Muzeum Marii Skłodowskiej-Curie)

Polonya’nın en önemli gurur kaynaklarından birisi de kuşkusuz Marie Curie’dir. Maria Salomea Skłodowska’nın (7 Kasım 1867 – 4 Temmuz 1934) öğretmen bir baba ile yurt müdiresi annesi ve kardeşleriyle yaşadığı Freta sokağı 16 numaradaki evi 1967’de Polonya Kimyacılar Derneği sponsorluğunda müze haline getirilmiş.
Eski şehir meydanından surlara doğru yürüdüğünüzde, hemen sur kapısının karşısından devam eden sokakta bulunan müze ev, 1944 Varşova ayaklanması sırasında tüm şehirle birlikte Naziler tarafından bombalanarak yıkılmışsa da eski haliyle ayağa kaldırılmış vaziyette.
 (Frederic joliot-Curie tarafından icat edilen  bir ayrıştırma cihazı)
Maria Skolodowska, Sorbonne’da tıp, matematik ve fizik eğitimi aldıktan sonra 1895’de evledniği Eşi Pierre Curie ile birlikte radyoaktivite üzerine çalışmaya başlar. Karı koca 1898’de Uranyum ve Toryum’u keşfettiklerini ilan ederler. 1904’de Nobel Fizik ödülünü alarak Nobel ödüllü ilk kadın oldu.

1906’da eşi Pierre Curie bir at arabasının çarpmasıyla hayatını kaybeder. Marie Curie iki çocuğuyla Sorbonne’da görevine devam eder ve 1908’de Sorbonne’nun ilk kadın profesörü olur. 1911’de bu kez Polonyum ve Radyum keşifleriyle Nobel kimya ödülünü alır.
1. Dünya Savaşı yıllarında kızı İrene ile birlikte yaptığı röntgen cihazlarıyla x ışınları teknolojisini öğretmeye başlar. 1920’lerde Polonya’da radyum enstitüsünün kurulmasına katkıda bulunur. 1934’de kan kanserinden hayatını kaybeder. Ölümüne, yaptığı çalışmalarda aldığı aşırı radyasyonun sebep olduğu kuşkusuzdur. Curie'nin not defterleri o kadar radyasyona maruz kalmıştır ki, kurşun kaplı bölmelerde tutulup radyoaktif koruma altında incelenebilmektedir. ) Yaptığı çalışmalar sebebiyle halen radyasyon birimine “curie” denmektedir.
1995’de eşi ile birlikte mezarları, Fransa’nın ulusal anıtı olan Panteon’a taşınır.
Konuyu fazla dağıtmadan kızı İrene ile Frederic Joliot Curie’den de bahsetmek gerekir. Jean Frederic Joliot, Marie Curie’ye asistan olduktan sonra 1926’da aşık olduğu İrene Curie ile evlenir ve soyadını da Joliot-Curie olarak değiştirir. Joliot-Curie 1935’de “nötron”u keşfederek Nobel Kimya ödülünü alır.
1937 yılında Radyum enstitüsünü Fransa Kolejinde profesör olmak için bırakıp, uranyum ve ağır su kullanımı yoluyla kontrollü bölünme temelli başarılı bir nükleer santral kurulumu gereksinimleri ve zincirleme tepkimeler üzerine çalışmaya başlamıştır. Joliot, Albert Einstein'ın başkan Roosevelt'e gönderilen Einstein-Szilard mektubunda zincirleme tepkimeler konusunda başarılı bir bilim adamı olarak bahsedilen bilimcilerden biridir. İkinci dünya savaşı, Joliot'un savaş sonrası yönetimsel görevleri nedeniyle araştırmalarının durmasına neden olmuştur.
Nazi 1940 işgalinde Joliot çalışmasının belge ve materyallerini Hans von Halban ve Lew Kowarski ile İngiltere'ye kaçırabilmiştir. Fransa işgali sırasında Fransız Direnişinde aktif bir rol alarak Fransa Direnişi Ulusal Cephe'si üyesi olmuştur.
İşgalin bitmesinden sonra, Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi'nde yönetici olarak görev almıştır ve Fransa'nın ilk Atom Enerjisi için yüksek komiseri olmuştur. 1948'de Fransa Atom Reaktörünün yapımında bulunmuştur. Yürekten bir komünist olarak, 1950 yılında politik nedenlerden dolayı görevden alınmıştır. Joliot-Curie ayrıca Russell-Einstein Manifestosu'nu 1955 yılında imzalayan 11 kişiden biridir. Fransa kolejindeki profesörlüğü devam ettiği halde, 1956 yılında eşinin ölmesiyle eşinin yürüttüğü Sorbonne'daki Nükleer Fizik başkanlığı görevine başlamıştır.
Frédéric Joliot Fransız Bilimler Akademisi ve Tıp Akademisi üyesiydi, ayrıca Légion d'honneur madalyası sahibidir. 1951 yılında Dünya Barış Konseyi başkanlığı çalışmaları nedeniyle Lenin Barış Ödülü almıştır. Son yıllarını Orsay'da bir Nükleer Fizik merkezi yaratmaya adamıştır.
Aydaki Joliot kraterine ölümünden sonra onun ismi verilmiştir.
Müzedeki gezimizi Nazım Hikmet’in İrene Joliot Curie’nin ölümüne duyduğu üzüntülerini anlatan, Münevver’e 100. Mektuptaki satılarını hatırlayarak sürdürüyoruz;
“…bir kara haber de verdi bu akşam radyo
İrene Joliot Curie ölmüş
daha gençti
yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anası üstüne yazılmış
bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder
satırlar gözümün önüne geldi
sarışın iki yunan heykeli gibi der
işte bu çocuklardan biri öldü
bilmem ki nasıl anlatsam
büyük bilgin
büyük adam
ama şimdi lösemiden ölen o sarışın kız çocuğu da
bu ölüm bana çok dokundu
irene joliot curie için ağladım bu akşam

ne tuhaf
irene deselerdi irene
öldüğün zaman deselerdi
İstanbullu bir kadın hem de hiç tanımadığın
ağlayacak arkandan deselerdi şaşardı

kocası geldi aklıma
bir mektup yazsam başsağlığı dilesem diye düşündüm
adresini bilmiyorum ama
paris frederic joliot curie desem gider miydi?…”