24 Temmuz 2014 Perşembe

ŞİMDİ VEDA ZAMANI


Uzun bir çalışma dönemini geride bırakarak yarın itibariyle, tatil diyorum. Değişik sebeplerden çalışmaya devam edecek olanların emekleri daim olsun.

İnsan her geçen yıl tatili daha bir özlüyor ve istiyor. Belli bir yaştan sonra insan, eski güç ve direncinin yavaş yavaş yitip gittiğini gözlemliyor. Her yaş yaşanacak. Farklı hisler ve duygularla yaşanacak. Evvelce okuduklarınız ve dinlediklerinizi yaşamaya başlamak bir o kadar ilginç.

Yazının üstündeki iki resmi özellikle seçtim. Güzel bir dünya için savaşım veren evlatlarımız bizi sonsuza dek bırakıp gittiler. Ama insan öldüğü için unutulmaz. Unutulduğu için unutulur. Gelecekte daha özgür, daha çağdaş, daha yaşanılası bir dünya için savaşım verenlerin unutmaya hakları yok. Hem o kadar unutmayacağımız ve hatırlamak zorunda olduğumuz kişi var ki. Unutmaya hakkımız yok. Yolumuzu özgür, çağdaş ve modern bir Türkiye savaşımı olarak belirlemiş isek unutmaya hakkımız yok.

Geleceğe ve geleceği kurmaya hazırlananlara güzel bir şiirler veda…

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ... 

Güzel günler göreceğiz çocuklar 
Motorları maviliklere süreceğiz 
Çocuklar inanın inanın çocuklar 
Güzel günler göreceğiz güneşli günler 

Hani şimdi bize 
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır, 
Yalnız cumaları,yalnız pazarları 

Hani şimdi biz 
Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz 
Işıklı caddelerde mağazaları, 
Hani bunlar 
77 katlı yekpare camdan mağazalardır. 

Hani şimdi biz haykırırız 
Cevap: 
Açılır kara kaplı kitap:Zindan 

Kayış kapar kolumuzu 
Kırılan kemik, kan 

Hani şimdi bizim soframıza 
Haftada bir et gelir 
Ve 
Çocuklarımız işten eve 
Sapsarı iskelet gelir 

Hani şimdi biz 
İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar 
Güneşli günler göreceğiz 
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar 
Işıklı maviliklere süreceğiz 

23 Temmuz 2014 Çarşamba

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

 
KİTABIN ADI

Aforizmalar

KİTABIN YAZARI
Fredrich Nietzsche
KİTABIN ÇEVİRMENİ

KİTABIN YAYINEVİ
Tutku Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
1.Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
274  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Nietzsche’yi size uzun uzun anlatmama gerek yok. Edebiyat tutkunları için felsefenin doruklarında gezen ve bir yüzyıldır yaşamı ve yazdıkları hala tartışma konu olabilen bu üstadı tanımamak olmaz.

Yaşamı ve özellikle son yılları hastalıkları sebebiyle acılar içinde geçen Nietzsche’nin yazdıklarından derlenen aforizmalar bu değerli insanı tanımanın önemli yollarından birisi. Bugün yazdıklarından bir kısmına katılmayabilirsiniz ama zamanının çığır açan, düşünce zincirlerini zorlayan üslup ve anlatımı insanlara çok şey katmaya devam ediyor.

Kitabı ve yazdıklarını tek tek irdelemektense fikirlerinden kısa bir derlemeyi aşağıya alıyorum;

"Anladınız mı beni? Beni ben yapan, beni insanlığın geri kalanından ayıran, Hristiyan ahlâkının maskesini düşürmüş olmamdır. Hristiyan ahlakı -yalan isteminin en kötü niyetli biçimi- insanlığın gerçek Kirke'si; insanlığı harabeye çeviren Hristiyan ahlakı... Yaşamın temel içgüdülerini küçümseme öğretildi: Öyle ki, bedeni yok etmek için bir "ruh", bir "tin", yaratıldı sahte bir şekilde, yaşamın ön koşulunda, cinsellikte, pis bir şey barındırdığı öğretildi sürekli; öyle ki katı bencillikle, muvaffakıyet için son derece önemli olan şeyde kötülük ilkesi aranıyor..."

"Hristiyan ahlakının maskesinin düşürülmesi eşi benzeri olmayan bir olay, bir dönüm noktasıdır. Bunu halka açıklayan kişi, karşı konulamaz bir güç, bir yazgıdır. -İnsanlık tarihinini ikiye böler: kendinden önce yaşayanlar, kendisinden sonra yaşayanlar..."

"Yaptıklarımla bir sonuca vararak yargımı açıklıyorum; Hristiyanlığı lanetliyorum! Hristiyan kilisesinin karşısına, bir savcının şimdiye dek ortaya sürdüğü en büyük suçlamayı ifade ediyorum. Bana göre Hristiyanlık, yozlaşmanın en uç biçimidir ve algılanabilecek nihaî bir yozlaşmanın istemine sahiptir!"
"Hristiyanlık, eski kültürün mirasını bizden çaldı. Sonra da bizi, İslam kültürünün mirasından yoksun bıraktı. Temelde bize, Grek ve Roma'dan daha yakın olan ve doğrudan duyu ve zevkimize hitap eden İspanya'nın muhteşem Magribi kültürü ayaklar altında çiğnendi. Neden? Çünkü soyluydu, çünkü kökenlerini insanca içgüdülerden alıyordu..."

"Zayıf ve hasta yapılı olanlar yok olmalıdırlar.Bu, bizim insan sevgimizin ilk kuralıdır.Onlara bu konuda yardım edilmelidir. Bir günahtan daha zararlı ne olabilir? Zayıf ve hasta yapılı olanlar için bir anlayış: 'Hristiyanlık!'"

22 Temmuz 2014 Salı

İNSAN BEYNİNİN ÖZELLİKLERİ

  
    1. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık %10 daha fazla çalıştığı
düşünülmektedir. Önemli kararlarınızı alırken kapalı alandaysanız, "volta atmayı" deneyebilirsiniz.

2. İnsan beyni açık havada, kapalı alanlara göre daha yüksek performansta çalışmaktadır.  Beyin açık havada ve ayaktayken daha iyi çalışır.

3. Yürürken kolları sallamak, beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

4. Yabancı bir dil öğrenme ve ezber beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni bir kelime öğrenin ve kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi ve telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

5. Zihinsel jimnastik/antrenman yapın. Bunun için basta Sudoku olmak üzere çeşitli bulmacalar çözün. Satranç gibi "akıl oyunları" oynayın. Yatkınsanız Meditasyon, yoga gibi zihin dinginleştiren teknikler üzerine çalışın.

6. Zihinsel rutinlerinizi kırın. Bazen telefonu sol elinizde tutun,
çantanızı diğer elinizde taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından,
bir günlüğüne TV kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun!


 7. Entelektüel damak zevkinizi zenginleştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden, birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!

8. Her gün güzel bir resme, manzaraya veya fotoğrafa bakmaya çalışın.
Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir. Beyninizi estetik görüntülerle besleyin!

9. Her gün bir süre sevdiğiniz bir müziği gözleri kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klasik müziğin zekâyı 7 puan etkileyebildiği iddia edilmektedir.

10.Günde aklımızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatımız da ona göre şekillenir. Unutmayın kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız.


11. İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin, Einstein'ın günde
10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati gecen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapmaktadır.

 12.Bol ve temiz "birinci el" oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun %2'sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin %25'ini tüketmektedir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü ilk gerçekleşen organ beynimizdir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın!

13.Beyin kendisinin nasıl çalıştığı hakkındaki bilgi ve inançlarınıza göre çalışır. "Türkün aklı tuvalette çalışır" diye inanıyorsanız, beyniniz sizi doğrulayacaktır! Beynin çalışma prensipleri hakkında doğru bilgi öğrenin.

14.Farklı düşünme tarzları beyni geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

15.Kullanılmayan organ körelir. Sürekli TV seyrederek beyninizi "düşük viteste" çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler, beyninizi geliştirmez.

 16.Beyin "garbage in, garbage out" ilkesine göre çalışır. Bu kuralın Türkçe meali şudur: "Beyninize çöp girerse, beyninizden çöp çıkar." Beyninize ne verirseniz, onu size verir. Kafa konforunuzu bozacak verileri beyninize almayın.

17.Beyin içindeki düşünceler harita, dış dünya ise araziye benzer.
Beynimizdeki iç gerçek (harita) araziye uymadığında fikirlerimizin "son kullanma tarihi" geçmiş demektir. Bir insanin kafasının içindeki iç değişim, kafasının dışındaki dış değişimden yavaş ise, o kişinin "dinozorlaşma" süreci başlamış demektir.

18.
Beynin en tehlikeli yani, "ters çaba" kuralına göre çalıştığı anlardır.
Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, beyin onu size çeker, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Bataklıktan çıkmaya çalıştıkça, dibe gömülmeye benzer. Beyin odaklanılan hedef için çalışır, hedef olumsuz olsa bile onu gerçekleştirmek için çalışır! Topluluk önünde konuşma yaparken "acaba heyecanlanacak mıyım" diye düşünürseniz, korkunuz olmasın, heyecanlanacaksınız! Korkunuza değil, konunuza
odaklanın. Başınıza gelmesinden korktuğunuz en kötü şeye değil, başınıza gelmesini istediğiniz en iyi şeye odaklanın. Unutmayın kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız.

19.Beyin kas sistemi ile değil, elektro-biyokimyasal reaksiyonlarla çalıştığı için, kolumuz ya da bacağımız gibi fiziksel anlamda yorulmaz. Beyni yoran en önemli şey monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

20. Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı kuralı” denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklemesi durumunda, beynimiz "servis dışı" olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken "kafadan" değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kağıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.


21.Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler ile aralarda geçip sık
tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak
(geri ders başına dönmek kaydıyla!) akıllıca bir harekettir.

22. Einstein, "bir problemi yaratan bir zihni, ayni düzeyde çalıştırarak o problemi çözemezsiniz" der. Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır. Yeni bir aklın önündeki en büyük engel entelektüel atalettir. Entelektüel atalet nedir? Düşündüğünü yapmamak ve yaptığı üzerine düşünmemek.

23.Beyin analizde tıkandığında örneklerle akıl yürütür. Kendinize bir "kanaat önderi" seçin ve onun zihnini kafanızın içindeymiş gibi düşünün. Mesela kararsız kaldığınız bir durumda benim yerimde olsaydı ne yapardı?" diye varsayımsal akıl yürütebilirsiniz.

24.Beyninizin arama motorlarına sizi başarıya programlayacak sorular sorun. Hayatta gelebileceğim en iyi yerde miyim? Tüm hayallerimi gerçekleştirmiş olsaydım, hayatımda neler olurdu? Benim diğer insanlardan daha iyi yapabileceğim ne var?

25.Beyinin kendini gerçekleştiren kehanetler kurma gücü çok yüksektir.
Kendinizi ve hayatı nasıl tanımlarsanız, öyle algılarsınız.
Dr. Davit J.Schwartz'a göre: "Bir ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyin yapılabileceğine inandığınızda, gerçekten inandığınızda aklınız onu yapmak üzere çözüm bulmanıza yardim etmek için çalışmaya başlar"

26. Kitap okumak güçlü bir beyin jimnastiğidir. Zihinsel adaleleri çalıştırır. Okurken Bacon'ın şu ilkesini izleyebilirsiniz: "Kurnaz insanlar okumayı küçümser. Basit insanlar ona hayran olur. Akıllı insanlar ise ondan faydalanırlar. Yalanlamak ve reddetmek için okuma. İnanmak ve her şeyi kabul etmek için de okuma. Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku."

27."Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur." Fiziksel zindelik zihinsel zindelik getirir. Uzun süre fiziksek hareketsizlik, zihinsel hareketsizlik yapar. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya, yediğinize ve içtiklerinize dikkat edin. Yeterince su için ve unutmayın ki, insan beyninin %78'i suyla kaplıdır!

28.Her şey beyinde başlar. Her şey beyinde biter. İnsan "kafadan" kaybeder ya da kazanır. Eski bir bilgeliğe küçük bir "çekme kat" atarak, size sunmak istiyorum:
"Öğrendiklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, karakterinizi biçimlendirir.
Karakteriniz ise kaderinizdir."

29.Son olarak kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla kafa yorun!
Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz!
Aklinizi "başınıza" toplayın ve kullanın!


21 Temmuz 2014 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

 

KİTABIN ADI

Korkunç İvan

KİTABIN YAZARI
Sergey Mihayloviç Eisenstein
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Alpagut Erenuluğ
KİTABIN YAYINEVİ
Bilgi Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
1970
KİTABIN BASKI SAYISI
1.Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
219  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Dünya sinema tarihinin en büyük yönetmeni kabul edilen Eisenstein’in çekimlerini tamamlayamadan hayatını kaybettiği dev sinema eserlerinden “Korkunç İvan”ın senaryosu kitaplaştırılmış.

Deha yönetmenin 1944 ve 1945 ‘de ilk iki bölümünü çektiği eserin 3. Bölümü çekilemeden Eisenstein 10.2.1948’de yaşamını yitirir. Uzun süre bekletilen eser sonunda 1958’de çekildiği hali ile gösterime girmesi kararlaştırılır.

Bu eserinde Eisenstein, konusunu Rus tarihinden alan, kendine has, çekim, yorum ve kurgusuyla oluşturduğu eserde, Rus halkını bir anlamda ilk kez tek bayrak altında toplayan İvan’ı beyazperdeye getiriyordu. Eserinde özellikle opriçnikleri (İvan tarafından oluşturulan ve ileride gizli polis teşkilatının çekirdeğini oluşturacak, kral dışında hesap vermeyen ve terör estiren maskeli ölüm timleri) kötü göstermesiyle tepki toplamışsa da eserinin bütünlüğü yönetmenin eserinin benimsenmesine engel olmaz.

Özellikle Eisenstein çekimlerini anlatması bakımından senaryo, meraklıları için bir başucu kitabı.

18 Temmuz 2014 Cuma

MADENİ PARALARIN KENARI NEDEN TIRTIKLI OLUR?

 Özellikle kağıt para devrinden önce, alışverişte kullanılan paralar altın ve gümüş içeriyorlardı. Her devirde olduğu gibi, o devirde de bulunan bazı düzenbazlar, bu paraları kenarlarından kazıyarak, çok az miktarda da olsa, bu değerli madenleri biriktiriyor, parayı da tekrar kullanabiliyorlardı.
 O devirlerde tüccarlar, parayı tartıyorlar ve ağırlığı eksikse kabul etmiyorlardı. Tabii, para da elinizde kalıyordu. Antik para kataloglarında dikkat ederseniz, paraların büyük bir kısmının tam yuvarlak olmadığını görürsünüz.
Bu sorunu çözmek ve halkı eksik paraya karşı korumak için bozuk paraların kenarları tırtıllı yapılmaya başlandı. Bu tırtıllar sayesinde paranın kenarının kazındığı hemen belli oluyordu ve kenarı kazınmış parayı kimse almıyordu.

Bu adet günümüze kadar devam etti. Artık içinde değerli bir maden bulunmamasına rağmen, bozuk paralarımızın kenarlarında ya tırtıl ya da bir yazı vardır.
Günümüzde madeni paralar 'bozukluk' veya 'ufaklık' adı altında sadece küsuratları ödemede kullanılıyor. Bozuk paralar da para olma niteliklerini kanundan almalarına rağmen, kullanılmalarında bazı sınırlamalar vardır.
 Gerek kağıt, gerekse madeni para olsun, her ikisiyle de yapılan ödemeleri kabul etmemek mümkün değildir. Buna 'Kanuni Tedavül Mecburiyeti' denilir ki, kağıt paralarda bu mecburiyet sınırsızdır. Ödenen miktar ne kadar büyük olursa olsun, bunu karşı taraf kabul etmek mecburiyetindedir.

Madeni paraların ise mecburiyeti sınırlıdır. En çok üzerlerinde yazan değerin 50 katını tamamen bozuk para ile ödeyebilirsiniz. Örneğin 50 krş ile, 25 milyona kadar ödemelerinizi yapabilirsiniz ama daha fazlasını da bozuk para ile ödeme isteğinizi karşı taraf kabul etmeyebilir.
Kağıt paraların Merkez Bankası tarafından basıldığı bilinir de, madeni paraları Maliye Bakanlığı'nın çıkardığı pek bilinmez. Madeni paraların toplam para stoku içindeki oranı da yaklaşık yüzde l civarındadır.

Hiç dikkat ettiniz mi? İnsan yüzleri kağıt paralarda önden, madeni paralarda ise yandandır. Madeni paralarda yer çok küçük olduğundan, kabartma tekniği ile bir yüzün tam detayını vermek mümkün olamamaktadır. Yandan bir profil kişiyi daha iyi tanınır kılmaktadır.

KAYNAK: ÖNCE VATAN


17 Temmuz 2014 Perşembe

SANDIĞA TIPIŞ TIPIŞ GİTMEK

Birkaç gün önce haberlerde bu sözcüğü işittiğimde kulaklarıma inanamadım. Önce “dil sürçmesidir” diye düşündüm. Ama ertesi gün sayın genel başkan aynı sözcüğü tekrar kullanınca doğrusu söylenen lafı hazmedemedim. Bugün bir de, sevdiğim bir yazarın “plaj lobisi” kelimesi kullanması üzerine bu yazıyı yazmam farz oldu.

Blogda fazla siyasi yazı yazmam. Hatta belki de hiç yazmadım. Kimin hangi düşüncede olduğuna bakarak değerlendirme yapmam. Ama, belli bir görüşte tarafım, bunu her fırsatta dile getiririm. Mustafa Kemal’in ulusumuza bir nimet olduğunu, onun ilke ve devrimlerine sonuna kadar bağlı olduğumu ve bağlı kalacağımı açık ve net her fırsatta dile getiririm. Bunun ötesinde kendimi hiçbir partiye bağlı hissetmem. Zaten partili olduğun an belli kalıplara göre hareket etme zorunluluğun olduğu için bir an gelir patlayacak hale gelirsin.

“Tıpış tıpış” sözü üzerine şimdi istemediğim halde siyasi bir yazı yazıyorum. Önümüzdeki 10 Ağustos seçimlerinde 3 aday var. Ancak, anayasaya konan garip ve anlamsız bir kural sayesinde sadece 20 tane milletvekili bir araya gelerek bir kişiyi aday gösterebiliyor. Yani milyonları temsil eden sendikaların, odaların –ve hatta binlerce üyesi olan spor kulüplerinin- aday belirleme ve gösterme şansları yok. Elbette, meclisteki milletvekilleri de genel başkanlarının sözünden çıkamadığı için bugün ülkemizde sadece mecliste grubu bulunan 4 adet siyasi partinin başkanları dışında aday belirleme yetkisine sahip hiç kimse yok. Buna da ülkemizde “demokrasi” deniyor.

Belirlenen 3 adayın elbette her birisi hakkında kişisel görüş ve düşüncelerim var. Ancak bunların, bu yazıyı okuyanları fazla ilgilendirmediğini düşünüyorum. Adayları seversiniz, sevmezsiniz elbette takdir size aittir. Fakat bu yazıyı yazmaktan amacım bu 3 adayın kişilikleri de değil.

Bunca kısıtlı kişi tarafından belirlenmiş 3 adaydan birisine oy vermek zorunda olduğumun bana hissettirilmeye çalışılması asıl ağırıma giden husus. Pek çok yazar ya da baskı grubu da yazılı ve görsel basında oy kullanmanın zorunluluğundan, sandığa gidilmemesi halinde bunun birilerine yarayacağından dem vurmakta ve sandığa “tıpış tıpış” gitmemiz, gitmezsek “plaj lobisi” olacağımızı sürekli ifade ediyorlar. Bu açık vurgulamalara rağmen “kırk katır” mı, “kırk satır” mı tercihi yapmak zorunda değilim diyorum. Ağzımdaki baklayı çıkarayım;

- Bu sistemle demokratik bir seçim yapılacağına inanmıyorum. (İstisnası, görüşlerime uyan bir aday olması halinde “oy verme” hakkımı kullanabilirdim, ama seçimin anti-demokratik seçim olduğuna inancım devam ederdi)

- Hiçbir parti başkanının, yazarın ya da demokratik kitle örgütünün beni “tıpış tıpış sandığa gitme” zorlamasına ya da gitmezsem “plaj lobisi” ne katıldığım suçlamasına izin vermem. Bunun ben de dahil benim gibi düşünenlere yapıştırılmasına karşıyım.

- Tüm demokrasilerde “sandığa gitmeme” de “geçersiz oy kullanma” da demokratik haklardan birisidir. Bu tercihlerde bulunanlara böyle yaftalar yapıştırılması çirkindir ve anti-demokratiktir. Hiçbir kişinin, makamın, özgür bireyin iradesine baskı yapma özgürlüğü bulunmamaktadır.

SONUÇ OLARAK, en demokratik hakkımı kullanarak sandığa gitmiyorum ve hiçbir biçimde kendime yakın hissetmediğim adaylara oy vermek zorunda olmadığımı, bunun da anayasal haklardan kaynaklanan özgür bir tercih olduğunun bilinmesi gerektiğini sayın demokrat (!) siyasilere ve yazarlara iletmek istiyorum.

(Jose Saramago’nun “Görmek” adlı kitabını, okumayanlara, sırf bu konuyla ilgili olduğu için okumalarını hararetle öneriyorum. Lütfen, seçimden önce okumaya çalışın)

16 Temmuz 2014 Çarşamba

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

 
KİTABIN ADI

Bir Osmanlı Akıncı Beyi – Gazi Evrenos Bey

KİTABIN YAZARI
Ayşegül Kılıç
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
İthaki Tarih Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
1.Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
177  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Yeni nesil tarihçilerimizden peşpeşe güzel araştırma kitaplarının gelmesi oldukça sevindirici.

Geçmiş tarihimiz bize sadece isimler-savaşlar-antlaşmalar bağlamında öğretildiği için ne yazık ki ne okul sıralarında çocuklarımız tarihi sevebiliyor ne de sonradan tarihe merak duyuluyor. Oysa Avrupa’da pek çok devlet kısır tarihi geçmişlerini didik didik ederek ne kadar işlerine yarayacak ve genç nesillere iletilebilecek gurur kaynakları varsa bulmaya çalışırken, biz ne yazık ki henüz çok yakın geçmiş tarihimizi bile bilmiyoruz.

Elbette yayınların azlığı buna etkense de araştırmaya hevesli nesiller yetiştirmekte devletin asli görevleri arasında. Yüce Atatürk, geçmişimizi bize öğretecek genç tarihçi ve arkeologları yetiştirmek için Avrupa’ya gönderirken bugün binlerce genç tarihçi ve arkeologun iş bulmayıp ne olsa yapma kaygısına kapılması çok hazin verici.

Bu güzel araştırmada sayın yazar ismini okul yıllarından bildiğimiz Gazi Evrenos Bey hakkında bulunabilecek tüm kaynakları derleyerek oldukça kapsamlı ve o derece öğretici bir yayın ile karşımızda. Bilinen ve genel kabul gören bir çok yanlışın ortaya çıkması sağlayan bu kanımca çok değerli kitap ülke tarihimiz ve geçmişimiz açısından okunması ve saklanması gereken önemde.

Gazi Evrenos Bey, muamma dolu kuruluş yılları Osmanlı tarihinin en önemli figürlerinden biridir. Öyle ki, onun başarıları adeta bir hanedan gibi neslinin günümüze kadar varlığını koruyabilmesini sağlamıştır. Bir Osmanlı Akıncı Beyi olarak, Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'a geçiş ve yerleşme sürecinde tarih sahnesine çıkmış, kimi zaman sultanların ondan çekinmesine neden olan başarılarıyla Balkan fatihi yakıştırmasını hak etmiştir. Ancak, Evrenos Bey'in hayatı ve faaliyetleri de kuruluş yıllarının tarihi kadar bilinmeyenlerle doludur. Bu kitap, yüz yılı aşkın bir süredir merak konusu olan Evrenos Bey'in etnik kökenini ve tarih sahnesine çıktığı bölgeyi, Osmanlı arşivinde bulunan bir belgeyle aydınlatıyor.

"Eser, Evrenos Bey'in bir akıncı beyi olarak çalışmalarını gün ışığına çıkarırken, Balkanlar'ın Türkleşmesi ve İslamlaşmasıyla bölgede Osmanlı şehirlerinin kurulmasındaki rolünü ayrıntılı bir şekilde, akıcı bir üslupla anlatıyor. Evrenos Bey üzerine bu ilk ayrıntılı çalışma, sadece uzmanların değil, tarihe meraklı herkesin ilgiyle okuyacağı bir eserdir."
-Melek Delilbaşı-
(Tanıtım Bülteninden)

15 Temmuz 2014 Salı

İKİ ÖNEMLİ GÜN GEÇTİ

Bloğumu yakından takip edenler, uzun tatiller dışında bloğu fazla ihmal etmediğimi bilirler. Ancak son yazıdan sonra neredeyse 1 haftadır hiç istemeden blogdan uzak kaldım. Gelen yorumları cevaplandıramadım.

Nedenine gelince, daha doğrusu iki nedenine gelince; İnsan ömründe her zaman karşılaşamadığı bazı güzellikler olur. Bazan de peşpeşe gelir. Birincisi, kış aylarında kısa bir yazıyla duyurmuş olduğum, oğlumun nişanı sonrası 12 Temmuz günü birlikteliklerini evlilikle taçlandırdık. Böylelikle kayınbabalık sınıfına –bir anlamda- terfi etmiş oldum. Elbette, o güne dek geçen günlerin stresi ve hazırlıkların yoğunluğu bir aşamadan sonra bazı diğer uğraşlarıma ara verdirmek zorunda bıraktı. Yaşayanlar bilirler, şimdi biraz stres boşalması ve rahatlama dönemindeyiz. Tüm dostlarımın böyle güzellikler yaşaması en büyük dileğimdir.
İkinci önemli günümüz de hemen 2 gün sonra dün yani 14 Temmuzda Ankara Barosu’nun yaptığı törenle gerçekleşti. Meslekte 30 yılını dolduran avukatlara plaket töreninde baro tarafından onurlandırıldık. (Mesleğe, daha önceki müfettişlik çalışmam nedeniyle 4 sene geç başladığım için bir anlamda sınıf arkadaşlarıma göre 4 sene gecikmiş durumdayım.)

Tüm dostlara sevgi ve saygılarımla.



8 Temmuz 2014 Salı

BİLİNEN BAZI DOLANDIRICILIK YÖNTEMLERİ

Kaldırımcılık: Genellikle açık, bazen de kapalı alanlardaki kaldırımlarda pazarlanan eşyaları aşırmak.
Muslukçuluk: Abdest almakta olan kişilerin sırtlarındaki ceketlerini önce çarparak düşürüp, sonra düzeltme bahanesiyle veya askıya asılmış olan başkasının ceketinin üzerine kendi ceketini asarak yapılan para çalma işi.
Üç Kağıtçılık: Diğer ismi “bul karayı al parayı”dır. Biri resimli diğer ikisi rakamlı üç adet iskambil kağıdıyla oynanır. Hüner resimli iskambili bulmaktır. Oynatanın ayakçıları hep kazanır.
İzleyenler de kazanırız zannederek oynarlar ve kaybederler.
Pislikçilik: Ağzında çiğnediği leblebinin posasını, gözüne kestirdiği kişinin omzunun arkasına püskürterek, kuş pislemiş gibi gösterip, temizlemek bahanesiyle, kişinin parasını çalma imkanı yaratır.
Zarfçılık: Kaldırıma bırakılan bir zarfın bir ucundan para gözükür. Yoldan geçen kişi para buldum zannederek zarfı alır. Pusuda bekleyenler adamı çevirir, zarfın içerisinde daha fazla para vardı diye adamın üstünü arar ve bu arada parasını çalarlar.
Şıkşıkçılık: Üç adet kamışla oynanır. Dolandırıcı, elindeki kamışları saklar içinden biri şık şık öter.
Öten kamışı bulmak kolaydır, hemen anlaşılır. İş ciddiye bindimi oynayan hep kaybeder. Çünkü hiçbir kamış ötmez, öten kamış adamın ceketinin yeninde saklıdır. Bu dördüncü kamıştır.
Tantanacılık: Yolunuzun üstünde bir garibin dövüldüğünü görürsünüz. Dayak yiyenin de, kendini dövenlere karşılık verdiğini ve kendini savunduğunu gözleyip, onları ayırmaya çabalarsınız. Olan olmuştur. Bütün paranızı almışlardır.
Tırnakçılık: Para bozdurmak amacıyla veya döviz cinsi parayı değerinin altında bir karşılıkla bozdurmak isteyen bir kişi gibi kasaya yaklaşan dolandırıcının, el çabukluğu ile kasadaki parayı çalmak hüneridir.
Definecilik: Eski hissi veren evrakları ve krokileri göstererek, oradaki bazı işaretlerin bir hazinenin yerini gösterdiği palavrasıyla işe ortak etmek. Bu bahaneyle, ihtiyaç duyulan araç ve gereçler için para sızdırmak, kandırmak.
Dızdızcılık: Birkaç dolandırıcının bir araya gelerek basit makinelere beyaz kağıt sürerek diğer taraftan kağıt para çıkarmak suretiyle saf vatandaşları kandırarak paralarını alma işidir.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

 
KİTABIN ADI

Keklik

KİTABIN YAZARI
Fakir Baykurt
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Literatür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
1975, Literatür’de 2008
KİTABIN BASKI SAYISI
1.Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
341  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


1960 ‘lı yıllar, Türkiye’nin yavaş yavaş ABD’nin sarmalına girdiği, ilk kez yabancı ülkelere işçi göçü verildiği, yine ilk demokrat anayasanın uygulamaya konulduğu, köyün modern yaşama açılmaya başladığı, sol fikirlerin ilk kez özgürce dile getirilebildiği yıllar. Yani sancılı yıllar.

Aynı zamanda köy konulu romanların edebiyatımıza girdiği bu yılların parlayan yıldızların Fakir Baykurt’un romanlarının bir çoğunu küçükken okumuştum. Ne var ki kitaplığımda hiçbir kitabının bulunmadığını, Seda’nın bloğuna yazdığım bir yorumumda fark ettim. Literatür Yayınları tarafından tüm kitaplarının yeni baskısının yapıldığını gördüğüm Fakir Baykurt’un ilk alıp okuduğum romanı: Keklik.

Yaşar, 13 yaşında küçük bir Ankara köylüsüdür. Bir kekliği yakalayıp eğitmiş “Elcik” yapmıştır. Salsa da bir yere gitmediği kekliği ötüşüyle tüm keklikleri yanına getirdiği için tüm avcıların gözdesidir. Bir gün köye gelen Amerikan mühendis Harpır, keklik avında elcik kekliği çok beğenince para verip almak ister. Yaşar vermez kaçırır. Ama babası Seyit, köyden kurtulup Harpır’dan bir iş umuduyla kekliği götürüp Harpır’a hediye eder.

Elvan Çavuş, torunu Yaşar’ın ağlama ve yakarmasına dayanamaz ve kekliği almadan dönmemeye yemin ederek, Yaşar’la birlikte Ankara’ya gider…

1960-1970’lerin mükemmel bir Türkiye panoraması Keklik romanının perde arkasında. Fakir Baykurt’a derin saygıyla…
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) (15 Haziran 1929; Yeşilova, Burdur - 11 Ekim 1999, Essen), Türk yazar ve sendikacıdır.

Çocukluğu

Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılında haziran ortası olduğu varsayılmaktadır; “1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır...” Tahir Baykurt’un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli’dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen Amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye' ye götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy’e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.

Köy Enstitüsü yılları

İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü' ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
...Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu...

...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımızkoyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı...
Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet’in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet’in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.
...Kitaplıkta Nazım Hikmet’in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Denizli Çivril’in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım’ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum.
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir’ de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi' nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda once şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki birçok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova’ nın Kavacık Köyü' ne öğretmen olarak atanır.

Öğretmenlik ve yazarlık yılları

1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım’la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez ameliyat olur. Öğretmenliği Dereköy’ e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve kovuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ ne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi’ nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü' nü de başarı ile bitirirerek Hafik’ de açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu’ na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü, Cumhuriyet gazetesinin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri' nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet Gazetesi kovuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet Gazetesi’ nde yazmaya başlar. Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitabevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet’teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıpAnkara’ da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü’ nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960’ta Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır.
1961 ve 1962 yıllarında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer; ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika Birleşik Devletleri'ne giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarcaya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ileIrazca'nın Dirliği de Almanya’da, Die Racheder Schlangen adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusçaya çevrilir.

Türkiye Öğretmenler Sendikası

1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü’ nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusçaya çevrilir. Yazıları ve TÖS’ teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep’ in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS “Devrimci Eğitim Şurası” nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS “Büyük Eğitim Yürüyüşü”nü bir sene sonra da Genel Öğretmen Boykotu’ nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa’dan Ankara’yaOrtadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri' ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.

Sıkıyönetim yılları

1971’de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ileTürk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt’un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay’da TÖS Davası’ndan beraat etder. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.

Emeklilik Yılları

Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü’ nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç’te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı’ na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre’ ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları' nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü’ nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya’da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya’ ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar.Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ’ de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan’dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, “Avni Dilligil En Başarılı Yazar” ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da “En Başarılı Oyuncu” seçilir. Rur Havzası’nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar “İsmet Küntay Ödülü” kazanırlar. Tırpan’daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal Ulvi Uraz Ödülü”nü kazanır.
1981’de Sakarca İsveç’te çizgi film yapılır ve Macarcaya da çevrilir. DDR’de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan’da da kitap olarak basılır.
Kaplumbağalar filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre’nin Neuchatel şehrine gider. Almanya’daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri Gece Vardiyası adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de Barış Çöreği adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda’da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılındaYüksek Fırınlarkitap olarak basılır. Oğlu Tonguç’la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine veYasnaya Poliana’ya giderek Lev Nikolayeviç Tolstoy’un Yurtluğu’nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü’nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca’nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye’de “Barış Derneği İkinci Davası”nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI’nin Yazın Ödülü’nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg’ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi’nin yönetiminde görev alır. Duisburg Treni adlı eseri basılır. Kopenhag’ta Dünya Barış Kongresi’ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıld önümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nazım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.

Romanları

·         Yılanların Öcü (1954)
·         Irazcanın Dirliği (1961)
·         Onuncu Köy (1961)
·         Amerikan Sargısı (1967)
·         Tırpan (1970)
·         Köygöçüren (1973)
·         Keklik (1975)
·         Kara Ahmet Destanı (1977]
·         Yayla (1977)
·         Yüksek Fırınlar (1983)
·         Koca Ren (1986)
·         Yarım Ekmek (1997)
·         Kaplumbağalar (1980)

Öyküleri

·         Çilli (1955)
·         Efendilik Savaşı (1959)
·         Karın Ağrısı (1961)
·         Cüce Muhammet (1964)
·         Anadolu Garajı (1970)
·         On Binlerce Kağnı (1971)
·         Can Parası (1973)
·         İçerdeki Oğul (1974)
·         Sınırdaki Ölü (1975)
·         Gece Vardiyası (1982)
·         Barış Çöreği (1982)
·         Duirsbug Treni (1986)
·         Bizim İnce Kızlar (1992)
·         Dikenli Tel (1998)

Toplum ve Eğitim Yazıları

·         Efkar Tepesi (1960)
·         Şamaroğlanları (1976)
·         Kerem ile Aslı (1974)
·         Kale Kale (1978)
·         Kaplumbağalar (1980)

Çocuk kitapları

·         Topal Arkadaş
·         Yandım Ali
·         Sakarca
·         Sarı Köpek
·         Dünya Güzeli (1985)
·         Saka Kuşları (1985)

Şiir

·         Bir Uzun Yol
·         Dostluğa Akan Şiirler

Aldığı ödüller

·         1958 Yunus Nadi Roman Ödülü (Yılanların Öcü)
·         1970 TRT Sanat Ödülleri (Tırpan)
·         1970 TRT Sanat Ödülleri (Sınırdaki Ölü)
·         1971 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü (Tırpan)
·         1974 Sait Faik Hikâye Armağanı (Can Parası)
·         1978 Orhan Kemal Roman Armağanı (Kara Ahmet Destanı)
·         1979 Tiyatro 79 Dergisi tarafından Yılın Oyunu Ödülü (Sakarca)
·         1980 Avni Dilligil Tiyatro Ödülü (Tırpan)
·         1984 Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü (Barış Çöreği)
·         1985 Alman Endüstri Birliği (BDI) Yazın Ödülü (Gece Vardiyası)
·         1997 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü (Yarım Ekmek)
·         1998 Yaşam Radyo Ustalara Saygı Onur Ödülü
·         1999 Pir Sultan Abdal Derneği Ödülü