30 Nisan 2014 Çarşamba

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7

 

KİTABIN ADI
Dostoyevski’nin Mektupları
KİTABIN YAZARI
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Zeyyad Özalpsan
KİTABIN YAYINEVİ
Ararat Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
1973
KİTABIN BASKI SAYISI
2.Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
151  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Dostoyevski, Rus Edebiyatı’nın olduğu kadar Dünya edebiyatının en önde gelen romancılarından olup okumayan ve sevmeyen yoktur kanısındayım.

Yaşamının detaylarını bilenlerin, bu derece zor ve sıkıntılı bir yaşamda üretilen eserlere olan hayranlığının çok daha fazla olduğunu tahmin ediyorum. Özellikle Sibirya’daki cezaevi yaşamından sonra yazdığı “Ölüler Evinden Anılar” yaşamından derin izler taşır.

Bu kitapta yazarın 1848-1878 yılları arasında kardeşlerine, bazı yayıncılarına yazdığı mektuplardan kısa bir seçki yapılmış. Dikkatli okurlar, mektuplardan yaşamının çok önemli köşe başlarını hemen fark edeceklerdir. Özellikle Sibirya’dan döndükten sonra kaleme aldığı mektubunda anlattığı cezaevi anıları yazılacak muhteşem kitabın bir müjdecisi gibi.

Büyük yazarın duygusal dünyasını yansıtan mektuplar edebiyatseverlerin vazgeçemeyeceği güzellikte.


28 Nisan 2014 Pazartesi

(NİSAN/ MAYIS–1915) DÜŞÜŞ SONRASI VAN

Bu yazı serisi içinde, bu güne kadar değişik şekillerde ele alınan “Tehcir” yani “Zorunlu Göç” olayının arifesindeki birkaç ay içinde, Doğu Anadolu’da, özellikle Van Bölgesinde cereyan eden olayları gerçek belgelerin ışığında, hemen hemen hiçbir katkı yapmamaya gayret ederek açıklamaya çalıştık. Osmanlı hükümetinin tehcir kararı almasına neden olan olayları incelemeye devam ediyor ve Van’ın düşüşü olayını değişik bir yorumla bir Ermeni yazarın kaleminden izliyoruz:
“Varentsov- Dashkov’un teklifini kabul eden Milli Büro, gönüllü birliklerin harekâtını sevk ve idare için özel bir komite seçti. Tiflis, Alexandropol ve Erevan’da faaliyet gösteren komite, kısa bir zamanda tam kapasiteye sahip olan dört gelişmiş birlik hazırladı. Gönüllülerin askeri rolü, Kafkasya’daki toplam Rus kuvvetleri içinde önemsiz bir sayıda olmasına rağmen öncelikle kılavuzluk, öncülük, Rus birliklerine arızalı arazilerde yol göstermek ve öncü rolü oynamaktı. 1000 kişilik ilk grup Antranik tarafından yönlendiriliyordu. Bu grup Balkan Savaşı’na (Bulgarlar yanında) Ermeni gönüllülerle katılmış tecrübeli ihtilalcilerden müteşekkildi. Diğer üç grup Türk hududuna doğru ilerlerken Antranik Kuzey İran’da Rus kuvvetlerine katıldı. İkinci grup yardımcısı eski bir Osmanlı parlamenteri olan Dro tarafından yönetiliyordu. Erevan bölgesinde, Iğdır üzerinden Van’a doğru ilerliyordu. Hamazp ve Keri komutasındaki üçüncü ve dördüncü birlikler Sarıkamış’tan Oltu’ya batı hududu boyunca ileri (karakol) pozisyonunda bulunuyordu.
Türk gemileri Ekim sonunda Rus limanlarını bombalarken, Ermeni gönüllüleri zaten Osmanlı hudut ihlalleri için techiz edilmişlerdi ve hazırdılar. Gerçek oydu ki muvazzaf Rus ordusunda 150.000 Ermeni asker mevcuttu ve bunların bir kısmı Avrupa Cephesine transfer edildiler.” (1)
“Van’daki çatışma haberleri Kafkasya’ya ulaştığı ve acil destek isteği duyurulduğu zaman, 4’ncü Rus Kafkas Kolordu’su Van ve Malazgirt istikametinde taarruza başladı. Bu harekata katılan 2,3,4 ve 5’nci gönüllü Ermeni birlikleri Vardan’ın komutasında “Ararat Lejyonu” olarak savaşa katıldı. 28 Nisan’da Erivan’dan yola çıkan Lejyon, General Nikalayev’in birliklerine katıldı. Bu birlik hudutları 4 Mayısta geçti. İki hafta sonra Ermeni birlikleri ve onları takiben Rus birlikleri Van’daki isyancılar tarafından tezahüratla karşılandı. Van valisi Cevdet Bey güney yolu ile Voston istikametinde Van’ı terkederden Ermeni gönüllüleri IV. Kolordu Komutanı General Oganovski’nin takdirlerine mazhar oldu. Kendisi de “Katolik” olan Komutan, Ermeni gönüllüleri methetti. Rus askeri otoriteleri “Aram Monukyan”ı (Van’daki Ermeni Savunmasını organize etmişti) isyan bölgesinin Valisi tayin ettiler.
Ermenistan’ın siyasi varlığı artık şekillenmeye başlamıştı... Rusya’nın kontrolünde bağımsız bir Ermenistan beklenen ödüldü. Zaten yerli teşkilat Militia ve Polis Van gölü çevresinde tesis edilmişti. Tıpkı 2000 yıl önceki gibi. Haziran sonunda Ermeni lejyonu General Trukhin’in özel kuvvetlerine katılmıştı. Bu kuvvetler Van gölü güneyini temizleyecekler ve Bitlis’te kurtarılmayı bekleyen 100.000 Ermeni’ye ulaşılacaktı.” (2)
Tebriz’de 6 Mayıs 1915’te harekete geçen General Şarpantiye Komutasındaki Rus Süvari tümeni Van ve Adilcevaz üzerine harekete geçti. 12–16 Mayıs arasında Savuşbulak’a geldi. 18 Mayısta Başkale’ye yaklaştı, Türk birlikleri batı’ya doğru çekilmek zorunda kaldı. General Truhin komutasındaki birlikler Van’a girdiler. Türk birlikleri her tarafta çekilmeye başladılar. Türkler’in Van’ı boşalttıkları 14 Mayıs’tan iki gün sonra Ruslar şehre Ermenilerin büyük coşkusu ve şenliklerle girdiler. İyice cesaretlenen Ermeniler bölgede Türkleri imha etme kararıyla büyük bir “imha harekâtı” başlattılar.(3)
Türklerin, Van’ı boşaltması üzerine Van’da Ermeni dönemi başlamış ele geçen Türkler akla gelebilecek en feci şekilde, bazı köy ve kasabalarda son ferde kadar yok edilmişlerdir. Van’ı baştanbaşa yakan Ermeniler bu şehri elde tuttukları bir iki yıl içinde, yüzlerce yıllık tahribat yaptılar.(4)
Ermeniler Van’da soykırım uygularken kendi gençlerinin beynini vahşet hikâyeleriyle dolduruyorlardı. Bunlardan biri daha sonra Sait Halim Paşa ve Polis Müdürü Cezmi Bey’i öldürecek olan Arşavir Şıracıyan’dır. Anılarında bu dönemle ilgili sahte anılarla kininin nasıl beslendiğini anlatmaktadır.
“24 Nisan 1915’ten bir gün sonra, Sivas Valisi Muammer’in kendi bölgesindeki 20.000 Ermeni askerini katlettiğini öğrendik... Yaklaşık 120.000 soydaşımız çalışma taburlarında istihdam edilmişlerdir. Bunlar birbiri peşi sıra katledildiler...” (5)
“Kaçaklar İstanbul’da “dam taburu” olarak adlandırılıyordu. Soydaşlarıyla beraber başkent’in en iğrenç mahallerinde haddinden fazla kalabalık sefil barınaklarda yaşamaktaydılar... Jön Türkler onları bir tehdit vasıtası olarak gördüler Türk Polisi bir gecede beş bin kişiyi topladı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı... Teşkilat-ı Mahsusa adındaki kıyım ve katliamlardan sorumlu özel organizasyon.. Kaşarlanmış sabıkalıları hapisten çıkararak oluşturuldu.” (6)
“Kaçaklar dünyasının bir adı vardı, tavan taburu. Gerçekten de onlar tavan araları, mahzenler ile gizli geçitlerin askerleriydiler... Tavan arasına mensup 15.000 nefer savaş boyunca hayatta kalmayı başardı. Jön Türkler Ermeni meselesini kökünden halledemediler ama kendi isimlerini sonsuzluğa dek ‘katil’ soykırımcı ve barbar kelimeleriyle eşdeğer hale getirdiler.” (7)
Böylece bir tarafta gerçek cinayetler işlenirken diğer tarafta vatanlarını savunma gibi en asil görevden kaçan ve düşmanla işbirliği yapan bazıları da Lafla seri halde cinayetler üretiyorlardı.
 Aynı günlerde Van’dan gönderilen ve daha sora Amerika’da yayınlanan Ermeni gazetesi “Gosnak” ta yayınlanan bir mektup Van’ın gerçek durumunu anlatıyordu;
“Birçok silahlar ile birlikte 810 top ele geçirdik. Hükümete ait bütün binaları ve kışlaları yaktık. Van’da 1500 kadar kadın ve çocuktan başka Türk kalmadı. Bunlar Amerikan bölgesinde muhafaza ediliyor. Bazılarına da Rus Ordusu tarafından bakılıyor, yemek veriliyor. Bu gün Van Valisi Aram’dır. Bütün davalar artık Ermeni lisanı ile görülüyor. Köylere ve kasabalara Ermeni memurlar gönderiliyor.”(8)
            900 yıllık bir Türk vilayeti olan Van, kendi vatandaşlarının isyanı ile ele geçirilmiş ve düşman ülke Rusya’ya teslim edilmiştir. İhanetin böylesi tarihte ender kaydedilmiştir.
Bu gün dahi ne Türk, ne de Batı Dünyası, Van ili ve çevresindeki 509.707 Müslüman’dan (9) sadece 1500 kadın ve çocuğun kaldığını bilmiyorlar. Van'ı ele geçiren Ermeniler bütün Türk mahallelerini yaktılar. Şehirde kalanları ve yollarda yakaladıkları kişilerin yaşlarına bakmadan toptan kitle halinde katlettiler. Bundan maksatları, Van’daki Türklerden bir iz bırakmamak ve bölgede sayısal üstünlük sağlamak istemeleriydi. (10)


DİPNOTLAR:

(1) Richard G.Hovannasian: Armenia On The Road of to İndependence, s.44 (University of The Californian Pres Ltd. USA- 1967),
(2) Aynı Eser, s.55
(3). Ergünöz Akçora: Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, s.127 (İstanbul-1994)
(4) Hüseyin Çelik: Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi s.26 (Yüzüncü Yıl Üniversitesi) 
(5) Arsavir Şıracıyan, Bir Ermeni Teröristin İtirafları s.54 (Kastaş Yayınevi- 1997).
(6) Aynı Eser, s.52.
(7) Aynı Eser, s.79.
(8) Abdullah Yaman, Ermeni Meselesi v eTürkiye, s. 326- 327 (İstanbul – 1973).
(9) Justin Mc Carthy The Population of The Otoman Armenians; Armenions in late Ottoman Period, s.70 (Edited by Türkkaya Ataöv, The Turkish Historical Society, Ankara – 2001).
    (10) Fevzi Çakmak: Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri, s.96 ( 1935 Yılında Harp Akademisinde Verilen Konferanslar, Ankara–1936)

Dr. M. Galip Baysan


-- 

25 Nisan 2014 Cuma

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6


KİTABIN ADI
Bizans Kısa Kronikleri (Chronica Byzantia Breviora)
KİTABIN YAZARI
Şahin Kılıç
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
İthaki Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2013
KİTABIN BASKI SAYISI
1.Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
285  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 



Tarih yazımının değişik metotları vardır. Bazı önemli savaş ve olayların anlatıldığı metinler olabileceği gibi, daha derinlemesine ve toplumsal yönü olan, halkların, sınıfların bazen de sistemlerin anlatıldığı metinlerdir. Bazen de “vakanüvis” dediğimiz, daha çok yaşadığı toplumda egemenin başarılarının ve yaptıklarının abartılarak anlatıldığı metinler vardır. Tarih yazıcılığının içinde bir de “kronikler” vardır.

Türklerin Anadolu’ya girmesinden itibaren, Anadolu’nun eski yerleşiklerinden olan Bizans toplumu da geçen zaman içerisinde Türk olgusunu algılamaya başladı. Türklerin savaşları, sultanların başa geçmeleri ve fetihler Bizans toplumunda da etkiler yaratmaya başladı. Eskiden beri yazan ve üreten bir toplum olan Bizans elbette bu ilişkileri bir şekilde kayda geçirecekti. Anna Komnena, Doukas, Mihael Pelleos, Niketas Koniates ve Prokopius hemen akla gelen ve çok değerli tarih metinleri yazan tarihçilerdir.

Kronik, detaya girmeden olayların kısa bir özetini veren metinlerdir. Elbette çok değişik biçimde kronikler yazılabilir ve yazılmakta. Ancak, kroniklerin genellikle yazarları bilinmez. Büyük bir kısmı, elyazmalarının sayfa boşluklarına ya da ön ve arkadaki boş sayfalara alınan tarih notlarından oluşur. Büyük bir kısmının yazarının manastır keşişleri olduğu tahmin edilmektedir.

Bizans kronikleri üzerine dünya çapında uzman ve üç ciltlik eseriyle konusunda en önemli kaynak yazar olan P. Schreiner’e göre, Türk tarihine atıf yapan 120 kadar Bizans kroniği bulunmakta. Schreiner’in bir kroniğin nasıl olması gerektiği konusunda belli kıstasları bulunmakta. Örneğin bir el yazmasındaki tek bir not tek başına kronik sayılmaz. Mutlaka birden fazla tarih notunu içermesi gerekir.

Değerli tarihçi Şahin Kılıç, kısa Bizans Kroniklerini bize tanıtmak için büyük bir kısmını tercüme ederek bu kitapta bir araya getirmiş. Kronikler 1771’e kadar uzanmasına rağman çoğunluğu 16. Yüzyılın ortalarında sona ermekte. Bizans kroniklerinde zaman zaman isim ve tarih hataları da bulunmakla birlikte, özellikle Türklere bakış açıları isimlendirmeleri, sultanların isimleri ve bazı çok ilginç notlara sahip olan kronikler aslında çok değerli bilgiler veriyor. Örneğin kroniklerde 2 farklı tarih atılıyor. Birincisi hristiyanlık inancına göre yaratılıştan itibaren (Başlangıcı MÖ yaklaşık 4004 kabul ediliyor) geçen yıllar ile ikinci olarak indüksiyona göre tarih veriliyor. (İndüksiyon ise 1 Eylül’de başlayan vergi yılı olup, İmparator Diocletianus 5 dönemlik indüksiyon süreleri belirlemişken, Konstantin’den itibaren 15 dönemlik indüksiyon süreleri hesaplanmakta) Şahin Kılıç tercümelerinde tümünün sürelerini miladi tarihe çevirmiş.

Tarihten keyif alanların çok zevkle okuyabilecekleri bir kitap. Aynı zamanda Bizans toplumunun Türklere bakış açısını öğrenmek isteyenler için değerli bir kaynak.

24 Nisan 2014 Perşembe

KÜRT-ERMENİ İŞBİRLİĞİ

 20 Aralık 2011 günü TBMM'de "Ermeni katliamı yok, var diyene ceza" yasası çıkaran Fransa'yı kınayan bir karar alınırken, Meclisteki 3 parti ittifak halinde kararı desteklemiş, dördüncü parti olan DTP milletvekilleri oturuma katılmamış ve oturumda bulunanlar ise sessizliğini bozmamışlardır. Daha önceki oturumlarda esip gürleyen ve bardak kıran DTP'i böyle davranmaya iten esas neden tarihsel KÜRT-ERMENİ İŞBİRLİĞİ'dir. Bu nedenle tarihte cereyan eden ve yeniden canlandırılmaya çalışan ve TÜRK Kanına dayanan bu dostluğu özetle sunuyorum.
İngiltere, Birinci Dünya savaşı sonunda Kürtlerin mandaterliğini üzerine almak üzere harekete geçmiştir. Bu maksatla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki Kürt Aşiretleri kazanmak için Nisan 1919'da Bnb. Noel ve Yzb. Woolley'i görevlendirirken İstanbul'da Seyyit Abdülkadir'in başkanlığında kurulan "Kürdistan Teali Cemiyeti" ile yakın temas kurmuştur. Paris barış Konferansında ise Osmanlı delegesi olan Şerif Paşa, kendisini "Kürt Heyeti Başkanı" ilan ederek İtilaf Devletlerine başvurmuş ve ayrıca Paris'te bulunan Ermeni temsilcisi Bagos Nubar Paşa ile Doğu Anadolu'daki vilayetlerin Ermeni ve Kürt bölgelerine bölünmesi konusunda anlaşmıştır.
 Başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletlerinin Kürt Politikası Ermenistan politikası ile çakışmış ve Kürt Bölgesi olarak ileri sürülen bölgelerin Ermenilere vaad edilmesi Kürt Cemiyeti ile bölge halkının tepkilerine neden olmuştur. 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr anlaşması bir Kürt ve Ermeni Devletinin kurulmasını öngörmüş ve itilaf devletleri bu anlaşma ile Şark meselesinin çözümlendiği varsaymıştır. Ancak, büyük güçlerin karşısına -Ermenileri koruması altına alan ABD dahil- Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Milli Mücadele Harekâtı tüm gücü ile çıkınca, büyük güçler derhal bu harekâtı ana karnında iken yok etme çalışmalarını başlatmıştır. Emperyalist güçler Türk'lerin karşısına Doğuda Kürt ve Ermenileri ve batıda Yunanistan'ı çıkarmışlardır. Ulusal Kurtuluş Savaşı muhteşem bir zaferle sonuçlanıp Lozan barış anlaşması ile taçlanınca büyük devletlerin yapacağı tek şey kalmıştı. O da bölge halkını ayaklandırmaktı. Türkiye için hayati önemdeki MUSUL sorunu İngiltere'nin politik oyunları ve nüfuzu sonucu İngiltere lehine çözümlenmesi Şubat 1925'te çıkarılan Şeyh Sait isyanı ile mümkün olmuştur. Zira Türkiye sınırda Musul için önemli askeri tedbirler alırken, Halifeliğin kaldırılmasını bahane ederek çıkarılan Şeyh Sait isyanı güzide Türk Birliklerinin kullanılması ile bastırılmış, ancak iç istikrarı bozulan Türkiye İngiltere ile anlaşmak zorunda kalmıştır.
İngiltere ve Fransa'nın bölgedeki çıkarlarını devam ettirmek amacı ile sağladıkları yardım ve desteği ile 1927 yılında "Hoybun Cemiyeti" kurulmuştur. Kürtçe benlik anlamına gelen hoybon ile Ermenice Ermeni Yurdu anlamına gelen haypun kelimelerinden esinlenerek kurulan Hoybun Cemiyeti, İngiltere'nin Irak Olağanüstü Komiser Yardımcısı Edmons'un organize ettiği Revandiz Kaymakamı Seyit Taha'nın evinde yapılan 3 toplantı ile şekillenmiştir. 5 Ekim 1927 günü Lübnan'ın Bihamdun kasabasında yapılan geniş katılımlı bir kongrede de Hoybun Cemiyeti resmen kurulmuştur. Kongre'de Cemiyet Başkanlığına Celadet Ali Bedirhan seçilmiş ise de Cemiyet Başkanlığını genellikle Vahan Papazyan'ın yaptığı bilinmektedir. Bu iki başkanın, Halep'te yaptığı toplantılarda Türkiye'ye karşı oluşturulan ittifakın 14 maddeden oluşan gizli raporu Suriye Başbakanlığına gönderilmiştir. Raporun maddeleri tümü ile Türkiye'ye karşı alınacak önlemler ve işbirliği esaslarını kapsamakta olup önemine binaen aşağıya çıkarılmıştır:
          1. Ermeni Taşnak Cemiyeti Kürt Milleti ile aralarındaki geçmiş olan maceraları unutmuş bir ittifak yapmıştır. Kürt Hoybun Cemiyeti de hakiki düşmanlarını anlayarak Ermeni Milleti ile ittihat ederek ortak amaçlar için kuvvetlerini harcayacaktır."
2. Kürt istiklalini temin ve milli amaçlarını elde etmek için siyasi, idari ve askeri bütün kuvvetlerini Taşnak Cemiyeti memnuniyetle ortaya koyacaktır.
3. Ermeni Hükümeti ve milletinin bütün amaç ve arzularını tatmin ve hukuki meşruiyetini temin etmeyi Hoybun Cemiyeti bir vazife olarak kabul eder.
4. Ermeni ve Kürdistan sınırları her iki cemiyet mührü ile tasdik edilen haritalardaki gibidir. Bu haritada Doğu Anadolu Bölgesini Kafkasya'ya kadar içine alan esas Ermenistan ve Çukurova Bölgesinde de güney Ermenistan çizilmiş olup, alımda "Rize Ermenistan'ın mahrecidir. İskenderun Körfezi ise Cenubi Ermenistan'ın mahrecidir. Bu iki Ermenistan arasındaki vasi ve müttefik bir Kürdistan vücuda getirilecektir" şeklinde açıklama yapılmıştır.
5. Taşnak ve Hoybun Cemiyetleri mağdur Nasturi, Yezidi, ve Çerkezlerle birleşmeyi ve onların hakiki Hürriyetlerini taahhüt ederler.
6. Dağınık Çerkezlere Suriye'de, İsrail'e bahşedilen imtiyaza benzer bir imtiyazla belirli bir yurt tahsisine çalışılacaktır.
7. Taşnak ve Hoybun Cemiyetleri İran'lı Fars arkadaşları ile dostluk ve işbirliği içerisinde yaşamak isterler.
8. Rıza Pehlevi hazretlerinin emirlerinin tarafların menfaatına olduğu kabul edilmiş ve İran'da özel olarak hareket serbestliği hakkı elde edilmiş olduğundan her iki cemiyet bu meseleye son derece riayetkar olacaktır.
       9. Hoybun Cemiyeti Kürt amaç ve isteklerini, Taşnak Ermeni Cemiyeti de
isteklerini tesbit etmişlerdir. Bu madde bir siyasi ilke olarak kabul edilmiştir. Binaenaleyh bütün Kürtlerin temsilcisi Kürt Hoybun Cemiyeti ve bütün Ermenilerin temsilcisi Taşnak Cemiyeti olarak kabul edilmiştir.

10. Taşnak Cemiyeti, Hoybun teşkilâtı için gerekli unsurları temin edecektir. Bu çerçevede Türkiye'ye karşı hareketin icrasına başlanıldığı zaman Taşnak Cemiyeti gene Karakin, Nejde, General Dm, General Subuhi, General Simpat, General Nazarbekof ve General Gargatof gibi kıymetli kumandanlarını istihdam etmeye amadedir. Hoybun Cemiyeti de Seyyit Mehmet Taha, Seyyit Abdullah, Muş'lu Kasım Bey, Hakkari'li Şeref Bey, onun oğlu Hasan Bey, Betnusi Hüseyin Paşa, Barkınlı Mehmet Sadık, Mustafa Nadir ve Musa Bey ve Osmanlı Ordusunda hizmet edip Cemiyete ilhak eden bilcümle zabitini istihdam etmeye amadedir.
11. Dersim ruh meselesidir. Kürt harekâtına istinat noktası teşkil eder. Haydaranlı, Bahtiyarlı, Lolanlı, Balabanlı, Karakiyhili, Arelli ve Çarıklı aşiretlerinin tamamen elde edilmesi lazım geldiğinden bu hususu Hoybun Cemiyeti deruhte eder. Bu durum müştereken tespit edilerek karar altına alınmıştır.
12. Türkiye'ye karşı dışarıdan yapılacak genel bir harekât için muayyen ve detaylı bir plan hazırlanacaktır.
13. Taraflarca seçilecek temsilciler daime temas halinde bulunulacak ve önemli meseleleri merkezi umumiye bildireceklerdir. Tarafların temsilcileri Halep'te bulunacaklardır.
14. Bu ittifakın tatbik ve icrasını Ermeni Taşnatsutyun, ve Kürt Hoybun Cemiyeti deruhte eder. 
Görüldüğü gibi Hoybun ve Taşnak Cemiyetleri Türkiye'yi zayıf düşürmek ve bölmek için tüm olanaklarını kullanacak geniş çaplı bir organizasyon için anlaşmışlardır. Anlaşma gereği her iki cemiyet Türkiye'ye karşı geniş çaplı bir isyanı başlatmak için yoğun faaliyete başlamıştır. Doğal olarak olası bir hareketin İngiltere ve Fransa ile ABD tarafından maddi ve manevi olarak destekleneceğinden emindiler. İlk yapılan faaliyet tarihi ve gerçekleri saptıran radyo yayınları, kitap, dergi gibi propaganda araçlarının kullanılması olmuştur. Gerekli ön hazırlıklar yapılarak Hoybun Cemiyeti tarafından 1930 yılı ağustos ayında Doğu Anadolu'da bildiriler dağıtılmış, propagandalar yapılmış ve halk isyana davet edilmiştir. İran'a sığınmış aşiretlerden Kör Hüseyin Oğulları ve Yusuf Abdal'ın Hoybun ve Taşnak desteği ile donattığı 110 atlı Haydaranlı bölgesine, Çelikanlı Halit Ağa 100 atlısı ile Çığlı köyüne sızmış ve Belikanlılar aşireti de sınırın 3 km. yakınında çadır kurmuştur. 5 Temmuz- 11 Ağustos 1930 günleri arasında yürütülen Zeylan Harekâtı ile isyan bastırılmış ve 22 Mayıs 1932'de Adana Ağırceza mahkemesince yargılanan ve isyana katılan 34 asi ölüm cezasına çarptırılmıştır.
1970'li yıllarda Türk Dışişleri mensuplarına yönelik kanlı eylemler gerçekleştiren Ermeni ASALA terör örgütü sahneye çıkmış ve 1984'e kadar 42 Türk Diplomatını şehit etmiştir. Taşnak ve Hıncak örgütleri bu yeni terör döneminde terörü hazırlamış, organize etmiş ve daha geniş alanlara yayılmasını ve hedeflerin çeşitlenmesini sağlamıştır.
Başta ASALA olmak üzere Ermeni terör örgütleri dünya kamuoyundan gelen yoğun tepkiler üzerine taktik değiştirerek PKK ön plana çıkarılmış ve 1984 yılında ASALA geri plana itilmiştir. 1978 yılında asıl adının Artin Aramyan olduğu iddia edilen Abdullah Öcalan PKK terör örgütünü kurmuş ve örgüt kısa sürede Ermenistan, Yunanistan, İran, Irak ile ABD, İngiltere, İsrail, Fransa ve İtalya gibi ülkelerden destek alarak büyütülmüştür. Öcalan Ermeni yazarlar tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkısından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir. 4 Haziran 1993 günü Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının Batı Beyrut'taki PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır. Toplantı da Ermeniler'in PKK terör örgüne yapacağı destek üzerinde durulmuştur. Ayrıca PKK ile Ermenistan arasındaki bağlantı bununla kalmamakta PKK'a para yardımı başta olmak üzere çeşitli yardımlar yapmış ve Öcalan'ın yakalanmasından sonra verdiği ifade ile pasif bir hal almıştır. Zira Öcalan itirafında "harita anlaşmazlığı ve Ermenilerin soykırımı Kürtler yaptı suçlamaları" Kürt - Ermenistan ilişkisini bitirmiştir.
Son Kürt - Ermeni ilişkilerini değerli yazarımız Altemur Kılıç 31.5.2011 tarihli makalesinde özetlemiştir:
Şimdilerde iki taraf, Kürtlerle Ermeniler, yabancıların, Amerika’nın himayesi altında flörte başladılar. Ermeni diasporası organlarında, Kürtlerin nasıl desteklendiğini yazmıştım. Şimdi de flörtün öteki tarafı; BDP’liler, Ermenilere buketler atıyorlar. Osman Baydemir “Onlar, Ermeniler gitti, biz yalnız kaldık ve barışı bulamadık" diye hayıflanıyor. Ermeni kiliseleri restore ediliyor ve Baydemir “Ermeni dostlarımız, belki bir gün geri dönerler, kapılarımız tüm hemşerilerimize sonuna kadar açık. Çan ve ezan sesi yeniden birlikte duyulacak” davetini yapıyor ve müjdesini veriyor. Yani artık “çanlar”, “Türkler için” çalacak!
Bu mail Ömer Altıntop'un "PKK gerçeği ve Kürt Sorunu" adlı kitabından ve bazı yayınlardan yararlanarak hazırlanmıştır. MY kitap, İstanbul, Şubat 2011
Derleyen: Cengiz Gönen, 26.12.2011

 (Kaynak: Önce Vatan)

22 Nisan 2014 Salı

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5


KİTABIN ADI
Amerigo –Tarihsel Bir Yanlışlığın Hikayesi (Amerigo –Die Geschlichte eines Historichen Irrtums)
KİTABIN YAZARI
Stefan Zweig
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ogün Duman
KİTABIN YAYINEVİ
Can Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2011
KİTABIN BASKI SAYISI
  1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
99  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Çoğumuz tarih kitaplarından Amerika kıtasını Kristof Kolomb’un keşfettiğini okumuşuzdur ve öylece de biliriz. Ama bir kısmımız kıtaya neden Amerika dendiğini bilmeyiz. Belki çok azımızda bir başka kaşif olan Amerigo Vespucci’nin kıtaya kendi adını verdiğini sanırız.

Romanları dışında çok sayıda deneme ve biyografi kaleme alan Stefan Zweig, bu kısa ama o denli bilgi yüklü biyografisinde bilinenlerin çok ötesinde bir çok gerçeği ortaya çıkarıyor. İsterseniz bazı doğru bildiğimiz yanlışları hemen sayalım. 1) Kristof Kolomb, -Vikingleri saymazsak- Amerika kıtasına –o da hep adalara ayak bastı- ilk ayak basan olmasına rağmen o hiçbir zaman yeni bir kıta keşfettiğini anlamadı. Sürekli Hindistan yolunda Japon adalarına ayak bastığını zannetti. Ölümüne kadar da keşfinin değerini anlamadı. 2) Amerigo Vespucci bir kaşif değildi. Sadece serüven merakı nedeniyle keşif gemilerine binerek birkaç kez Amerika sahillerine gitti. Ama yazdığı birkaç mektup dışında gezilerini anlatan bir yazı bırakmadı. Toplam 32 sayfalık mektuplarında keşfedilen toprakların yeni bir dünya olduğundan bahsetti.

İşin püf noktası işte bu “yeni dünya” kelimesi. Tamamen kendisinin bilgisi dışında Latince –kendisi İtalyandı ve İtalyanca yazıyordu- basılan 4-6 sayfalık kısa bir broşürde bu gezi notları “Mundus novus” olarak yayınlanarak tüm Avrupa’ya yayıldı. Büyük bir heyecan dalgası ile bir anda adı en öne çıktı.

Ve 1507’de Vespucci’nin mektuplarını basan Waldseemüller adlı bir yayıncı, yeni dünyanın pekala Amerigo’nun isminden hareketle “Amerika” olarak adlandırılabileceğini dile getirdi. (Diğer bütün kıtaların isimlerinin dişil olmasından hareketle yaptığı çeviri sonucu) Bu yanlış adlandırma o kadar hızla yayıldı ki bir daha değiştirmek imkanı kalmadı.

İşte bu ilginç keşif serüveni bu küçük kitapta anlatılıyor. Tarih, coğrafya ve genel kültür bilgi açısından mutlaka alınması, okunması ve kitaplığınızda bulunması gereken mükemmel bir biyografi.


21 Nisan 2014 Pazartesi

RADYASYON ÜZERİNE GENEL BİLGİLER

 1.Alfa, Beta ve Gama ışınları
Kimyasal elementlerden bazılarının atom çekirdekleri  kararlı değildir, bu nedenle kendiliğinden bozunurlar.  Bunlara radyoaktif elementler denir. Bozunum şekilleri bir birlerinden farklı tarzlarda olabilir. Bozunan elementlerden  yayınlanan ışınlar üç cinstir: alfa ve beta ışınları maddesel parçacıklardır; gama ışınları ise aynen x-ışınları (röntgen ışınları) gibi elektro- manyetik dalgalardır; ve dalga boyları çok kısa olduğundan bu ışınlar yüksek enerji taşırlar. Alfa ışınları iki nötron ve iki protondan oluşan Helyum Atom çekirdeğinden başka bir şey değildir. Beta ışınları ise elektronlardan oluşur. Bunlar, atom çekirdeği içerisinde  bir nötron bozunarak bir protona dönüştüğünde (bir proton bir nötrona dönüştüğü  zaman  pozitif yüklü elektronlar, yani pozitron yayınlanır) çekirdekten salınan elektonlardır. 

2. Radyoaktivite
Bir madde bozunur ve bu bozunumda bir ışın salarsa, o zaman buna "radyoaktif madde" denir. Radyoaktif bir maddenin hangi şiddette ışıdığını verebilmek için Aktivite (A) kavramı kullanılır. Aktivitenin ölçüm birimi Becquerel (okunuşu bekerel)  radyoaktif maddenin belli bir zaman aralığında yayınladığı ışın sayısını gösterir. 1 Beq  saniyede bir bozunum demektir. radyoaktif madde, (örnek) ne kadar hızlı bozunuyorsa o kadar şiddetli ışınıyor demektir.
Bir radyoaktif maddenin hangi şiddette ışıdığının bilinmesi, Bu ışımanın  vücuda nasıl bir etkisi olduğu  biliniyor anlamına gelmez. Burada önemli olan, vücudun birim kütlesinin bu ışımadan soğurduğu  enerji miktarıdır. Soğurulmuş  (radyasyon) enerji doz (D)  birimi Gray (Gy) dir. (okunuşu grey)  1 Gy  1 kg. kütle başına 1 joule  enerjinin soğurulması anlamına gelir. Örneğin, Vücudu 70 kg. olan bir kişi kısa bir süre içerisinde tüm vücuduna 210 joule enerji karşılığı olan radyasyon aldıysa 3 Gray doz aldı demektir. Bu ışınlar gama veya x ışınıysa 3 Sievert eşdeğer doz anlamına gelir. aynı enerjideki alfa  ışınları 2-20 katı daha yüksek eşdeğer doz anlamına gelir.

 3.Radyasyon Dozu

Işınların vücuda biyolojik etkisini  verebilmek için enerji dozu yerine eşdeğer doz kavramı kullanılır. Bu kavram, enerjileri aynı olan farklı ışınların vücuda farklı etkileri olduğu gerçeğini göz önünde tutar.  Örneğin alfa ışınları hücre içerisinde aynı enerjideki beta ışınlarından çok daha fazla  molekülün iyonlaşmasına neden olur ve dolayısıyla vücutta daha büyük tahribat yapar. Bu nedenle, her türlü ışın,  ışın etki çarpanıyla  belirlenen bir eşdeğer dozla ölçülür. Bu ölçü birimine Sievert (Sv) deniyor. (okunuşu Zivert) 1 Sievert (Sv) 1000 Milisievert (mSv) ve. 1 Milisievert  de 1000 Mikrosieverttir. (µSv) Gama, beta ve x-ışınları için bu çarpan  1 dir. protonlar, nötronlar ve alfa ışınları için enerjilerine göre 2-20 arasında bir çarpan olabilir. Deneysel yöntemlerle belirlenen bu çarpanlar IAEA tarafından yayınlanmaktadır. 
Radyoaktif ışınların vücuda etkisini tam olarak değerlendirebilmek için vücudun belli bir doza ne kadar süreyle maruz kaldığını da bilmek gerekir. Bu nedenle ışın etkisi  Sievert/zaman şeklinde ifade olunur; mesela mili sievert/yıl  (mSv/y) veya mikro sievert/saat  (μSv/h) gibi. Bir radyoaktif kaynaktan alınacak radyasyon doz miktarı her şeyden önce maruz kalınan süre ile doğru orantılı ve aradaki mesafenin karesiyle ters orantılı olmak üzere, radyoaktif kaynağın gücüne, yaydığı ışınların cins ve enerjilerine ve arada bulunan engellerde bu ışınların soğuruluş miktarına bağlıdır.
Bir insanın aldığı yıllık radyasyon doz miktarı, yaşadığı yer, mesleği ve çevre koşullarına göre 2-20 mSv arasında değişmektedir. Radyasyon dozu dünya ortalama değeri 3 mSv/adam.yıl  dır  (0,25 µSv/h) 


Doğal çevre, yerden................................. 0,4  mSv
 Kozmik ışınlardan.................................... 0,4  mSv
 Vücut içi ve meskenden (1,1Rn+0,2 K+...)   1,6  mSv
 Tıp (tanı ve tedavi uygulamalarından)......... 0,5  mSv
 Nükleer santrallar, uçak yolculukları vs ........0,1  mSv
 TOPLAM YILLIK ORTALAMA DOZ............3,0  mSv


Bu tabloda görüldüğü gibi, tıp uygulamalarından alınan dozlar önemli bir yer tutmaktadır. Topraktan veya yiyeceklerden alınan ışın yükünü ifade edebilmek için radyasyon miktarı genelde metre kare başına veya kilogram başına bekerel olarak verilir.
Bu değerin vücuda etkisi bakımından ne anlama geldiğini ifade etmek için  eşdeğer doz çevrim çarpanı kullanılır. Bu çarpan radyoaktif maddeden salınan ışının türüne ve vücuda ne şekilde geldiğine göre (nefes yolu veya besinlerle) değişir.  Örneğin  besin yolu ile  vücuda 80 bin bekerel Sezyum-137 aktivitesinin alınması yaklaşık 1 mSv doz alımına eşdeğerdir. 10 km yükseklikteki 2 saatlik bir uçak yolculuğunda (İstanbul-Kars)  kozmik ışınlardan alınacak doz miktarı da yaklaşık 0,01 mSv. kadardır. 
Ne şekilde olursa  olsun, kısa süre içerisinde  (~ gün…1 ay) alınan radyasyon ışıması nedeniyle kanserden (hücre tahribatından) kısa sürede ölüm olasılığı kabaca  
0,025 (Sv)2  
formülüyle verilebilir; 7 Sv. doz %100 kesin ölüm demektir. 4 Sv. doz alan birinin  ölüm olasılığı yaklaşık   0,025 x 4= % 40 olarak hesaplanır; yani 4 Sv. doz alan 100 kişiden 40 ı kısa süre (~ ay…1yıl) içerisinde kesinlikle ölecek demektir.

Çernobil felaketinden sonra tüm dünyada radyasyon ölçümleri daha ciddi yürütülmeye başlandı ve müsaade edilmiş doz düzeyleri hayli düşürüldü. Bu gün için yiyeceklerde müsaade edilen radyasyon miktarı sezyum-133 ve sezyum-137 sınır değerleri 500 bq/kg. dır. ( 6,25 µSv ) Radyasyon etkisi ışın kaynağına olan mesafenin karesine ters orantılıdır; dolayısıyla,
Radyasyon etkisinden korunmak için :
·         Radyoaktif maddeden olabildiğince uzakta durmak,
·         Radyoaktif maddenin yakınında olabildiğince az süre bulunmak, ve
·         Radyoaktif madde ile aramıza olabildiğince, ışımayı soğuracak kalınlıkta ve türden (ör. kurşun) koruyucu engel koymak
unutulmaması gereken altın kurallardır...
Sağlıklı günler dileklerimle.. æ

 Prof.Dr. D. Ali Ercan

Yeni ve eski  doz birimleri
1 Gray = 100 rad 
10 mikro sievert = 1 milirem 
Enerji birimleri çevrimi (kalori, jul, kilovatsaat)
1 cal = 4,1868 joule
1 kWh = 1000 (amper x volt) x 3600 s  = 3,6 x 106  joule.

kWh = 859845 kalori = 860 kcal.