30 Nisan 2013 Salı

AMAN ALLAHIM!

“Haçlı seferlerine biraz yakından baktığımızda, biraz derinden incelediğimizde, bu seferlerin aslında Doğu-Batı kaynaşması, medeniyetler ittifakı amaçlı olduğu anlaşılmaktadır. Haçlı seferlerinin bir Müslüman-Hıristiyan çatışması olduğu tezi de ilerleyen yıllarda ciddi şekilde sorgulanacağına inanıyorum.” 
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (BAŞBAKAN
“Çanakkale Savaşı, sadece tarafların birbiri ile kanlı mücadelesi olmayıp, farklı kültür ve dünya görüşlerine sahip devletlerin birbirlerini tanımasına vesile olmuştur. Bu nedenle, muharebelerin yapıldığı Gelibolu Yarımadası, dost ve düşman her iki tarafın genç evlatlarının kıyasıya mücadele ettiği, savaşın acımasızlığına rağmen, yardımlaşma duygusunun da ön plana çıktığı, kalıcı dostlukların kurulduğu bir yer olmuştur.“ 
NECDET ÖZEL (GENELKURMAY BAŞKANI)

https://dub122.mail.live.com/default.aspx?id=64855#n=1465460441&fid=1&mid=58a6db16-af19-11e2-bfe5-00237de3ed50&fv=1 ‘de yukarıdaki sözleri gördüm. Ağzımdan ilk çıkan söz yukarıdaki başlık oldu. Sözlerin sarfedilmesi kolaydır, ancak derler ya “söz uçar yazı kalır” Şimdi kağıtlara düşen bu laflar yıllar geçse de unutulabilir mi? Demek ki, Haçlı sürüleri aynen şimdi olduğu gibi, 1180’lerden itibaren Anadolu’yu ve Ortadoğu’yu çekirge sürüsü gibi işgal ettiklerinde, insanları Hıristiyan-Müslüman ya da erkek-kadın-çocuk ayırmadan insanları kesip derilerini yüzdüklerinde, Kudüs’ü fethettikten sonra 6 gün boyunca katliam yaparak Müslüman tek kişi bırakmayıp tamamını kırdıklarında, şehirde yürümek için ayakları toprağa değmediği zaman aslında “medeniyetler ittifakını” amaçlıyorlarmış! Şu salak Müslümanlara bakın ki, olayı anlamadan ölüp gitmişler! 
Demek ki Çanakkale savaşları da aslında vatanımızın kurtuluşu yolunda bir ilk adım değilmiş de benim gariban Mehmedim, İngilizle, Fransızla, Avustralyalıyla, Yeni Zelandalıyla, Senegalliyle, Hintliyle vs 72 milletle, aslında yardımlaşmak, sigara alıp vermek, konserve atmak, yaralı gavuru siperine götürerek, kalıcı dostluklar peşinde koşuyormuş. 

Vah benim zavallı dedelerim, bizi ne olur affedin, aziz hatıranıza bile hürmetsizlik ediyoruz. Zaten sizlere bir mezar ve başına bir taşı bile çok gördük ama bu kadarını duysanız zaten dayanamazdınız, kahrınızdan ölürdünüz.

29 Nisan 2013 Pazartesi

ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5


KİTABIN ADI
Yunan Kültüründe Yakındoğu Etkileri (The Orientalizing Revolution)
KİTABIN YAZARI
Walter Burkert
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Mehmet Fatih Yavuz
KİTABIN YAYINEVİ
İthaki Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
146 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 

İthaki Yayınevi, bu kitapla birlikte tarih, mitoloji ve dinler tarihi üzerine güzel bir seri başlattı. Halen yayınlanan 5 kitap okurlarıyla buluştu.
Yüzyılı aşkın süredir egemen batı ideolojisinin en büyük dayanaklarından biri, tarihi Yunan Kültürüyle başlatmak ve kendilerini bu kültürün son temsilcisi ilan etmek üzerineydi. Ne var ki zaman içerisinde bulunan Hitit, Asur, Sümer, diğer bereketli hilal uygarlıklarının çok daha önce çok büyük medeniyetler kurduğu ve Yunan kültürünün büyük ölçüde yakındoğu uygarlıklarının esintileriyle doğduğu ortaya çıkmaya başladı.
Bu kitapta yazar, doğu Akdeniz sahillerinin uygarlıklarının Yunan uygarlığına olan etkilerini ve bu etkilenmenin Yunan’a, göçmen zanaatkarlar, kahin ve şifacı gibi kimseler aracılığıyla nasıl yayıldığının izlerini sürüyor ve Yunan uygarlığının gerçek köklerinin Anadolu ve Ortadoğu olduğunu açıklıkla ortaya koyuyor.
Genel kültür tarihi açısından çok önemli bir özetleme taşıyan kitap özellikle Kültür tarihine ilgi duyanlar için mutlaka okunması gerekir önemde. Benden söylemesi.
Walter Burkert (born 2 February 1931 in Neuendettelsau) is a German scholar of Greek mythology and cult.
An emeritus professor of classics at the University of Zurich, Switzerland, he also has taught in the United Kingdom and the United States. He has influenced generations of students of religion since the 1960s, combining in the modern way the findings of archaeologyand epigraphy with the work of poets, historians, and philosophers.
He has published books on the balance between lore and science among the followers of Pythagoras, and more extensively on ritual and archaic cult survival, on the ritual killing at the heart of religion, on mystery religions, and on the reception in the Hellenic world of Near Eastern and Persian culture, which sets Greek religion in its wider Aegean and Near Eastern context.



26 Nisan 2013 Cuma

FİNLANDİYA GARI, MÜHÜRLÜ TREN VE LENİN HEYKELİ

Saint Petersburg gezimin bazı bölümlerini daha önce paylaşmıştım. Ama araya giren diğer geziler ve yazılar sebebiyle yazma fırsatı bulamadığım belli bazı gezi noktalarını fırsat buldukça anlatmaya çalışacağım.
Rusya sosyalist devrimini yakından bilenler için Finlandiya Garı devrimin tarihinde çok önem taşır. Bilenler için tekrar olacak ama çok kısa anlatayım. Lenin, ve diğer bir çok devrimci sosyalist fikirleri sebebiyle Çarlık Rusyası döneminde sürgündür. Lenin, diğer birçok devrimci gibi sürgünde İsviçre’de kalmayı seçer. Yazdığı kitap ve makaleler ile devrimin meşalesi görevini sürdürürken ülkesindeki gelişmeleri de büyük bir dikkatle izler. 
Şubat 1917 devrimi ile Rusya’da çarlık rejimi yıkılır. Ancak iktidara Menşevikler gelmiştir. Bolşevikler bu dönemde muhalefette kalmayı seçerler. Şubat devrimi ile ülke dışındaki siyasi sürgünlere ülkeye dönme kapısı açılmıştır. Lenin ve beraberindeki devrimciler trenle Rusya’ya dönmeye karar verirler. Tren’in güzergahı İsviçre-Almanya-İsveç ve Finlandiya üzerinden Petrograd tren istasyonu olacaktır. Fakat tren diplomatik dokunulmazlıkları olması ve Almanya topraklarında durması ve yolcularının inmesi yasak olduğundan trene “Mühürlü Tren” adı verilir.
Yazılı ve imzalı metninin resmini ve bu konuda yapılan anlaşmanın metnini vereyim; 
Almanya Sınırları İçerisinde Yolculuk Eden Rus Sürgünlerinin Seyahat Koşulları:

1.Ben, Fritz Platten Almanya’dan Rusya’ya dönmekte olan siyasi sürgün ve sığınmacılar benim sorumluluğumdadır, yolculuk boyunca gelişebilecek tüm olayları önceden kabul ederim.
2.Alman yetkilileriyle yapılacak her türlü resmî işlem sadece Platten aracılığıyla yapılacaktır. Kendisinin onayı olmadan tren vagonuna kimse binemez.
3.Tren diplomatik olarak ülke dışı olarak değerlendirilmektedir. Almanya sınırlarına girişte ve çıkışta hiçbir yolcu için pasaport kontrolü yapılmayacaktır.
4.Yolcular trene savaş ve barış konularındaki görüşlerine bakılmaksızın kabul edileceklerdir.
5.Yolcuların bilet masrafları normal tarife üzerinden Platten tarafından karşılanmıştır.
6.Mümkün olduğu ölçüde tren hiçbir istasyonda durmadan ilerleyecektir. Hiçbir yolcu gönüllü olarak veya olmayarak trenden ayrılmayacaktır. Teknik olarak durulması gereken durumlar hariç trenin durmaması sağlanacaktır.
7.Seyahat izni Rusya’da esir edilmiş Alman veya Avusturyalı savaş esirlerinin iadesi koşuluyla verilmiştir.
8.Bir önceki maddenin işçi sınıfı nezdinde uygulanması için yolcular ve arabulucular kişisel olarak sorumludurlar.
9.İsviçre sınırından İsveç sınırına kadar olacak yolculuk teknik olarak olabilecek en hızlı şekilde gerçekleştirilecektir.

Berne – Zürih 4 Nisan (22 Mart) 1917”

9 Nisan 1917’de 32 siyasi sürgünün tren yolculuğu 16 Nisan 1917’de Finlandiya Garı’nda sona erer. Lenin, kendisini karşılayan coşkulu kalabalığa hitap eder. Sonrası Bolşevik Parti’nin başına geçen Lenin ünlü “Nisan Tezleri”ni kaleme alır ve devrim stratejisini ortaya koyar.
Finlandiya garı, ana karada olmasına rağmen Neva nehrinin kıvrıntısı nedeniyle merkezden (Nevsky Prospekt’e göre) ya yürüyerek “Liteyny Köprüsü”nden ya da metro ile “Ploshchad Lenina” istasyonundan ulaşılabilir. Garın önünde muhteşem güzellikle ve büyük bir park var. Günün değişik saatlerinde su gösterileri var. Ayrıca parkın ortasında nehre bakar şekilde Lenin heykeli yer alıyor.
Mühürlü Tren, ilginçtir, garın içinde korumaya alınmış olmakla birlikte arayıp özellikle sormadığınız takdirde nerede olduğuna dair hiçbir iz bulunmamakta. Sürekli sorarak ulaştığımız trene görevliler yaklaşık 5-10 dakika kadar yaklaşık resim çekmemize izin verdiler.
Garın önündeki park ve etraftaki kafeler burada neredeyse yarım gün geçirmenize değecek güzellikte. Yolunuz düştüğünde mutlaka zaman ayırın derim.

25 Nisan 2013 Perşembe

ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4


KİTABIN ADI
Anılarım –Bir Dönemin Perde Arkası-
KİTABIN YAZARI
Vural Savaş
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Bilgi Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
411 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 

Emekli Yargıtay Başsavcısı sayın Vural Savaş’ı sizlere yakından tanıtmama gerek yok. Militan Atatürkçü, sonuna kadar adaletten ödün vermeyen bir hukuk önderidir. Bugüne kadar yazdığı değişik makale ve kitaplarının üzerine bu kez anılarını ekliyor.

1972’den, emekli olduğu 2001 yılına kadar kısa hukuk anılarını derlediği kitap özellikle bir hukukçular için son derece önemli ve değerli.

Yakın tarihten, gazetelerin satır aralarında ya da televizyonun haberleri arasında gözden kaçan nice çok önemli bilgi ve belgede kitapta yer alıyor. 411 sayfalık kitap bir solukta bitiyor ve insan kitabın oldukça kısa tutulduğu kanısına kapılıyor.

Bugünlerde mercekle aradığımız önem ve değerde bir hukukçunun soluk kesici anılarını okurken keyif alacağınızı ve bilgileneceğinizi biliyorum ve diliyorum.

24 Nisan 2013 Çarşamba

PADİŞAH VAHDETTİN'İN HAİN OLMADIĞINI İDDİA EDENLERE TARİHİN VERDİĞİ DERS

Padişah Vahdettin’in, bazı tarihini bilmezler tarafından hala, “hain” olmadığı israrla savunulmakta. Bu gibi düşünenlere tarih baba aşağıdaki notlarıyla hak ettikleri cevabı veriyor;

Vahdettin’in 21 Mart 1921 günü İngiltere Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’la  konuşmasından;

“…Ankara liderlerinin Türkiye ile hiçbir gerçek bağlantıları yoktur. Ne kan bağıyla, ne de başka bir şeyle ülkeye bağlıdırlar. M. Kemal, kökeni belirsiz bir Makedonya ihtilalcisidir. Kanı Bulgar, Sırp, Rum her şey olabilir. Daha çok Sırp’a benzer… Ankara liderleri arasında hiçbir gerçek Türk bulunmaz… Gerçek Türkler, köklerine bağlıdırlar, sadıktırlar. Fakat benim İngilizlerin elinde tutsak olduğum biçimindeki saçma uydurmalarla kandırılmakta ya da sindirilmektedirler. Bu şakiler, benim boyun eğeceğimi sanıyorlar.
Dış destek aradılar, bunu Bolşeviklerde buldular… Müslüman Türklerin Bolşeviklikle hiçbir ilgisi olamaz. Bolşeviklik dinleriyle bağdaşmaz. Ama bu, onlara zorla kabul ettirilirse ne olacak?... Benden bir avuç isyancıya boyun eğmem istendi. Her türlü kişisel özveride bulunmaya hazırım, fakat böyle utanç verici bir boyun eğişle şerefimi feda edemem, mirasımı ve tahtımın çıkarlarını tehlikeye atamam. Birliği gerçekten isterim, ama birlik ancak asilerin meşru otoriteye boyun eğmeleriyle sağlanabilir halen bu otoriteyi gösterecek güçten tamamen yoksunum.”


Yaklaşık bir yıl sonra, 6 Nisan 1922’de Vahdettin, İngiltere Yüksek Komiseri’ne yine aynı dille seslenmektedir:
“…Ankara’daki askeri ihtilal örgütü, eski İttihat ve Terakki’nin yeniden ortaya çıkışından başka bir şey değildir. Kendisini milliyetçilik maskesi altında gizlemektedir. Böylece Yunan istilasının yarattığı duyguları sömürerek halkı kandırmayı başarmıştır. Gerçekte halkın yüzde 90’ı Ankara çetesine içinden karşıdır. Fakat halk, hiçbir şeyden gerilemeyen ve her şeyi elinde toplayan adamların baskı metotları altında tutulmaktadır. Bu adamların tutkusu, egemenliklerini İstanbul’a taşımaktadır.”
Vahdettin’in Büyük Taarruz’un yaklaştığı bir sırada, 7 Ağustos 1922’de İngiltere Yüksek Komiseri’ne söyledikleri de bir başka ihanet belgesi olarak ortaya çıkmıştır:
Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar, İttihat ve Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Çeşitli adlar atında –ki bunların sonuncusu ‘Milliyetçiler’dir.- kişisel çıkarları için, ülkede egemenliklerini kurmaya çalıştılar. Masum halkın vatanseverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnançları ve politikaları bakımından, onlar Bolşevik’ten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim, barış yapmaya bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır… Fakat barışın, Türkiye’ye bağımsızlığını ve İslam Dünyası’ndaki mevkiini sağlaması temel koşuldur… Ankara’da şimdi anlaşmazlıklar var. Müttefikler, kuvvetli bir tutum takınmalıdır… Millicilerin gücü abartılıyor. Onların gücü, Yunan’ın Türk arazisini işgal altında tutmasından ve Merkezi Hükümetin sözünü geçirme olanaklarından yoksun bırakılmasından ileri gelmektedir. Yunan’ın geri çekilmesi ve böylece boşalan arazinin kısım kısım meşru hükümete teslim edilmesi, millicileri güçsüz bırakacaktır.”

(KAYNAK: ÖNCE VATAN)

22 Nisan 2013 Pazartesi

KİTAP KAZANAN DOSTLARIM

İlgi gösteren, katılan ve okuyan tüm dostlara sonsuz teşekkürler. Nazik yorumlarınız için de sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Elbette isim yazdıran 3 dosttan sadece ikisine hediye verebilmek benim için üzüntü verici. Umarım başka bir armağanım ona ulaşır. 

Kura biraz da şans işi oldu ne yazık ki.

İlk kitabımız Kötü Yol’un sahibi zehraツ

İkinci kitabımız Yalancı Dünya’da Mavi Balon’a gidiyor.

Kazanan arkadaşlarım bilgehanmerki@hotmail.com adresime, kargo adreslerini gönderdiklerinde adreslerine postalayacağım.

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Yarınki bayramımızı güzel bir şiirler kutluyor, tüm aynı düşünenlerin gözlerinden öpüyorum:

……
Dağlar aydınlanıyor.
bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
gün ağardı ağaracak.
kokusu tütmeğe başladı :
anadolu toprağı uyanıyor.
ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

 Nazım Hikmet
(Kuvayi Milliye Destanı’ndan)

19 Nisan 2013 Cuma

İKİ HEDİYE KİTAP

 Değerli blog dostlarım, Bloğumu ziyaret edenlere bir nebze teşekkür edebilmek, edebiyat tutkunlarına kaliteli iki armağan vermek, aynı zamanda Türk romanının en değerli üstadı Orhan Kemal’i saygıyla selamlamak fırsatı elde ettiğim için doğrusu heyecanlıyım. 


















Üstadın “Kötü Yol” ve “Yalancı Dünya” adlı iki ölmez eseri 2 değerli izleyicime gidecek. Katılma için hiçbir koşul aramadığımı tüm dostlarım bilir. Tek yapacağınız “yorum” kutusuna isim bırakmak. 

22 Nisan pazartesi günü talihlileri kura ile belirleyeceğim. Kazananların adreslerine kargo ile göndereceğim. Şimdiden tüm katılanlara ve ilgilenenlere saygılarımı sunuyorum.

18 Nisan 2013 Perşembe

BİRBİRİNE İNANMIŞ İKİ İNSAN

“Havran ovasında bir köy kulübesi, Mustafa Kemal Paşa başı iki yumruğu arasında sıkışık saatlerdir düşünüyor. Karşısında Faik Bey (Öztrak) bu dilsiz facianın tek seyircisidir. Zaman zaman göz göze geliyorlar.
-Paşam hiç mi ümit yok.? 
Birinci Ordu Kumandanı, kupkuru bir sesle cevap veriyor:
-Bütün şartlar öyle…
Sonra biri, öbüründen ateşlenen sigarası iki dudak arasına kısılmış, gözleri pencerede, sinirli adımlarla odada dolaşıyor:
-Yalnız kendisi kurtulsun yeter.. Tek başına orduya bedeldir! 
Mustafa Kemal Paşanın bu kadar üzüntüyle yolunu gözlediği mucize adam, Elşak tepelerindeki düşman çemberinden sıyrılarak Şeria nehrini geçen Miralay İsmet (İnönü) Beydi!

*************

İsmet Bey (İnönü) sofraya Faik Beyle karşılıklı oturuyorlar. Nablus mutasarrıfı soruyor:
-Demek Harbin son günleri geldiğine kanisiniz Bey Efendi?
-Evet, ve Osmanlı İmparatorluğunun!
-Sonra?
-Sonra Anadolu içlerine çekilmek, yeni bir harbe başlamak!


Faik Bey, bu müthiş tasavvur karşısında nefesi tutulmuş, hayretle İsmet Beyin yüzüne bakıyordu:
-Anadolu içlerinde yeniden bir harbe başlamak mı?
-Evet, bir millet harbine!
-Bu büyük hareket için hatırınıza gelen?
-Mustafa Kemal!
Üç gün evvel İsmet Bey hakkındaki düşüncesini Mustafa Kemal’in ağzından duyan Faik Bey, içinden mırıldanıyor:

-BU BİRBİRİNE İNANMIŞ İKİ İNSAN, MUTLAKA BİR ŞEYLER YAPACAKLAR! 
*************

"Yusuf Ziya Ortaç’ın 1962 baskılı ‘İsmet İnönü’ adlı kitabından”



16 Nisan 2013 Salı

ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3


KİTABIN ADI
Ölüler Evinden Anılar - Zapiski iz mertvogo doma (Записки из мертвого дома)
KİTABIN YAZARI
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Nihal Yalaza Taluy
KİTABIN YAYINEVİ
T. İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2011
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
369 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 

Hem Rus Edebiyatının ve hem de Dünya Klasiklerinin en önemli köşe taşlarından bir kitap karşınızda. Dostoyevski’nin eb az kendi kadar ünlü bu kitabı yayınlandığında Rusya’da önemli sarsıntılara yol açmıştı. 

Yaptığı siyasi çalışmalar sebebiyle Sibirya’ya sürgün cezası alana Dostoyevski, cezasını tamamladıktan sonra Saint Petersburg’a döner ve Vremya adında bir dergi çıkarmaya başlar. Söz konusu kitabı bu dergide 1861-1862 yılları boyunca yayınlar.

Kitap, anlatıcının tesadüfen tanıdığı “Aleksandr Petroviç Goryançikov” isimli ve gizemli bir şahsı tanımasıyla başlar. Hakkında fazla bir şey öğrenemediği bu şahsın daha sonra öldüğünü öğrenir ve eşyalarının arasında bulduğu el yazmaları olduğunu söylediği anıları anlatmaya başlar.

Goryançikov, soylu bir Rus ve fakat Sibirya’da 10 yıl geçirme cezası almıştır. Anılarında cezaevini, tanıdığı insanları, ilişkileri, günlük yaşamı vs pek çok şeyi anlatır. İnsan, satırlar ilerledikçe yaşamın korkunçluğunu, acımasızlığını ve dehşeti kavramaya başlıyor…

Bu klasik okunmadıkça edebiyata ve Rus edebiyatına henüz girilmemiştir (derim)

15 Nisan 2013 Pazartesi

DEMİRLER KÖYÜ ÇUKURCA YAYLASI DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Yaklaşık 2 ay kadar önce sol ayak topuğumda oluşan ağrıya, “aşil tendonu yırtığı” teşhisi konunca, doğa yürüyüşlerine ve hafta sonu koşularına bir süre ara vermek zorunda kaldım. Bir iki haftalık bandajdan sonra hafta sonları yürüyüşle başlayarak hafif koşularla normale dönmeye çalışıyorum. Birkaç haftalık hafta sonu sporları ile ayak kaslarının biraz güçlenmesiyle zorunlu ara verdiğim doğa yürüyüşünde kendimi denemeye karar verdim.
Geçen hafta sonu yürüyüş programı geçen sene yürüdüğümüz Demirler Köyü çevresinde bir güzergahtı. Yaklaşık 12 kilometre olarak programlanmıştı. Benim içinde mesafenin kısa olması ayağımın durumunu denemem açısından oldukça uygun olduğu için Fuat hocamla yürüyüş kaydımızı yaptık. Hafta için hava koşulları iyi iken cumartesi günü yağmur göstermeye başladı.
Pazar sabahı güneşli bir Ankara sabahından aracımız bekleme noktalarından katılımcıları aldığında toplamda 4 rehberimizle birlikte 27 kişi olmuştuk. Yine grubumuzda 6 yabancı yürüyüşçümüz bize eşlik ediyor ve ilk kez bir yürüyüşümüzde kadın katılımcı sayımız erkek sayısından fazla bir rakama ulaşıyordu. Kızılcahamam şehir çıkışında Mevlana Restoranda sabah çorbalarımızı içtikten sonra Gerede karayolunda yaklaşık 25 kilometre yol aldıktan sonra köy yoluna saptık. On kilometre kadar köy yolunda ilerleyerek Demirler Köyü’ne ulaştık. Saat 11’e doğru yürüyüşümüz başladığından hava kapatmaya ve yağmur bulutları üstümüzde yüklenmeye başladı.

Baharla birlikte doğanın uyanışını en güzel gözlemleme yerlerinden birisi şehir dışı alanlar. Hepten yeşile bürünen ormanlar, kışın biriken kar ve yağmur suyunu çağıldatarak akıtan çay ve dereler, açmış sümbül, mor yabani menekşeler, çuha çiçekleri, Ankara Çiğdemi, doğanın neşesini haykırmaktalar. Neşeli kuş cıvıltıları, gelecek yağmuru önemsemez gibi.

Yürüyüşümüzde pek çok ilk yürüyüşünü yapan katılımcılar olması hem rotanın kısalmasına ve hem de yürüyüşün temposunun düşük olmasına yol açsa da bu kez ayağımın durumunu denediğimden çok umurumda olmuyor. Hafif eğimli ve çok zorlamayan rotada devam eden yürüyüşümüzde öğle saatlerinde, grubun deneyimli yürüyüşçüleri temponun yavaşlığından mırıldanmaya başlayınca, yaylanın oldukça alt noktalarından birinden en yakın ve yüksek tepeye hızlı ve tempolu bir çıkışa karar verildi. Grubun yaklaşık üçte ikisinin katıldığı tırmanış esnasında başlayan oldukça şiddetli bir yağmur bizi tepeye kadar izledi. 1.750 metre rakamlı tepeye ulaştığımızda çevrenin muhteşem manzarasını bir süre izleyip yağmur ve soğuğun artmasıyla inişe geçtik. İnişte yağmur bitmiş ve hava ısınmıştı. Saat 13 dolaylarında güneşli bir tepelikte yemek molası verdiğimizde grup dinlenmeye geçti.

Yarım saat kadar sonra havanın tekrar yağmura dönmesi üzerine hazırlanıp hafif eğimli bir inişle canlı akan bir dereyi izleyerek köy yoluna dönüşe geçtik. Defalarca tekrar tekrar geçtiğimiz dereyle birlikte yürüyüşe başladığımız noktaya ulaştığımızda saat 15’e gelmekle birlikte yağmurun şiddetleneceğinin işaretleri çakan şimşekler bize artık dönmemiz gerektiğini işaret ediyorlardı.







Aracımıza binince başlayan yağmur Ankara’ya kadar bize eşlik etti. Her ne kadar hava koşulları uygun olmasa da rotamız istediğimiz uzunlukta olmasa da bir hafta sonunu yine doğada geçirmenin coşkusu ve getirdiği enerji yine güzel bir hafta geçirmemizi sağlayacak.

12 Nisan 2013 Cuma

EPHESOS - 3

Yamaç evlerden çıktıktan sonra içinde bulunduğumuz Kuretler Caddesinden Celcus Kütüphanesi’ne ulaşıp Büyük tiyatroya uğrayıp liman caddesinden dolaştıktan sonra geldiğimiz yoldan Magnesia kapısına geri döneceğiz. Yol üzerindeki önemli noktaları da başlıklar halinde vereceğim.
4. yüzyılda limanın dolmasıyla Efes'te ticaret geriler. İmparator Hadrian limanı birkaç kez temizletir. Liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır. 7. yüzyılda Araplar bu kıyılara saldırır. Bizansdöneminde tekrar yer değiştiren ve ilk kez kurulduğu Selçuk'taki Ayasuluk Tepesi'ne gelen Efes, 1330 yılında Türkler tarafından alınır. Aydınoğulları'nın merkezi olan Ayasuluk, 16. yüzyıldan itibaren giderek küçülmeye başlamıştır. Günümüzde bölgede, 30.000 nüfuslu turistik Selçuk ilçesi bulunmaktadır.
Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes'in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar... Kaystros (Küçük Menderes) Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler...
Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes'in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir. Anadolu'nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültürünün en büyük tapınağı da Efes'te yer alır.
MÖ 6. yüzyılda bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer alan Efes, bilge Herakleitos, rüya tabircisi Artemidoros, şair Callinos ve Hipponaks, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus gibi ünlü kişileri yetiştir.
Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri MÖ 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmış ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Büyüklüğü 130 x 68 metre ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktü. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyenHerostratus adlı bir Yunanlı tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir. Tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmıştır.
Artemis Tapınağı ile ilgili kazı çalışmaları 1863 yılında British Museum'un katkılarıyla Arkeoloji uzmanı John Turtle Wood tarafından başlatılımış ve 1869 yılında, 6 metre derinlikte, Artemis Tapınağının temellerine ulaşılmıştır
Celsus Kütüphanesi Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. 106 yılında Efes valisi olan Celsus ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsus'un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.
Hadrian Tapınağı: İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes'in kuruluş efsanesi işlenmiştir. 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celsus Kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır.
Serapis Tapınağı: Efes'in en ilginç yapılarından biri olan Serapis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi'nin hemen arkasındadır. Hıristiyanlık döneminde kiliseye dönüştürülen tapınağın Mısırlılarca yapıldı­ğı düşünülmektedir. Türkiye'deki Serapis Tapınağı olarak Hrsitiyanlık'takiYedi Kilise arasında olması sebebi ile Bergama'daki diğer tapınak daha çok tanınmakadır.
Meryem Kilisesi: 431 Konsül Toplantısı'nın yapıldığı yer olan Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi), Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir. Liman Hamamı'nın kuzeyinde yer almaktadır. Hristiyanlık dinindeki ilk Yedi Kilise arasındadır.
St. Jean Bazilikası: Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından yaptırılan ve o dönemin en büyük yapılarından bir olan 6 kubbeli bazilikanın merkezi kısmında, altta, İsa'nın en sevdiği havarisi St. Jean (Yuhanna)'nın mezarının bulunduğu iddia edilmektedir ancak henüz herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Burada St. Jean adına dikilmiş anıt da bulunmaktadır. Hıristiyanlar için çok önemli kabul edilen bu kilise Ayasuluk Kalesi'nde yer almaktadır ve kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.
Oktagon: Kleopatra'nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır.
Mermer Cadde: Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir.
Herakles Kapısı: Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi'ni yaya yolu haline getirmiştir. Ön cephesindeki Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır.
Mazeus Mithridates (Agora Güney) Kapısı: Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir. Kapıdan Ticaret Agorası'na (Aşağı Agora) geçilir.
 Heroon: Efes'in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans döneminde değiştirilmiştir.
Büyük Tiyatro: Mermer Cadde'nin sonunda bulunan yapı, 24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük açık hava tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür. Tiyatro, St. Paul'ün vaazlarına mekân olmuştur.
Saray Yapısı, Stadyum Caddesi, Stadyum ve Gymnasium: Bizans sarayı ve caddenin bir bölümü restore edilmiştir. At nalı biçimindeki Stadyum, antik devirde sportif oyunların ve yarışmaların yapıldığı yerdir. Geç Roma döneminde gladyatör oyunları da yapılmıştır. Stadyumun yanındaki Vedius Gymnasiumu ise hamam-okul kompleksidir. Vedius Gymnasiumu kentin kuzey ucunda, Bizans dönemi surlarının hemen yanında yer almaktadır.
Tiyatro Gymnasiumu: Hem okul, hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır.
Agora:110 x 110 metre boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkânlarla çevrili bir alandır. Agora, kentin ticari ve kültürel merkeziydi. Agora Mermer Cadde'nin başlangıç noktasıdır.
Hamam ve Umumi Tuvalet: Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans döneminde tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır.
Liman Caddesi: Büyük Tiyatro'dan, bugün tamamen dolmuş olan Antik Liman'a uzanan, iki yanı sütunlu ve mermer döşeli Liman Caddesi (Arcadiane Caddesi), Efes'in en uzun caddesidir. 600 metre uzunluktaki cadde üzerine kentin Hıristiyanlık döneminde anıtlar yapılmıştır. Her birinde havarilerden birinin heykeli olan dört sütunlu Dört Havari Anıtı, caddenin hemen hemen ortasındadır.
Liman Gymnasiumu ve Liman Hamamı: Liman Caddesi'nin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır.