27 Mart 2012 Salı

ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5

KİTABIN ADI : Hain’in Anası (İtalya Öyküleri)

KİTABIN YAZARI : Maksim Gorki
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Mehmet Harmancı
KİTABIN YAYINEVİ : Oda Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 1991
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 128 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Ülkemizde kitapsever olup ta Gorki okumayan çok azdır sanırım.
Ben de biraz tekrar olacak ama, bu dev yazarın az bilinen bir öykü kitabından bahsedeceğim.
İtalya Öyküleri, insanın içini ısıtan sıcak İtalya’da geçen birçok öyküye sahip.
Kitapta toplam 17 öykü var. Bazıları çok etkileyici. Kitabı elinizden bırakıp düşüncelere daldıracak nitelikte, dev bir yazarın doğuşunu müjdeleyen bu sıcacık öyküleri okuduysanız bile tekrar okumaya ne dersiniz?..

Aleksey Maksimoviç Peşkov, (Rusça: Алексей Максимович Пешков, daha çok bilinen adı ile Maksim Gorki (Максим Горький)), (d. 28 Mart 1868 – ö. 18 Haziran 1936). Sovyet/Rus yazar, 1 Mayıs marşı'nın söz yazarı, sosyalist gerçekçi yazımın öncüsü politik eylemci.

1892 yılında Tiflis'te, Kafkasya Gazetesi'nde çalışmaya başladı. Yoksullukla ve acıyla dolu bir hayat sürdüğü için Rusça’da acı anlamına gelen Gorki takma adını kullanmaya başladı. 1895'te St. Petersburg'da yayınlanan bir dergide çıkan Çelkaş adlı öyküsü ile ünlendi. Ardından Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız öyküsü yayınlandı.

Ünü hızla yayıldı. Bu öyküler kadar başarılı olmayan bir dizi roman ve öykü daha yazdı. Gorki'nin 1898 yılında yayınlanan ilk kitabı Hikâye Denemeleri (Очерки и рассказы) çok beğenilir ve yazarlık kariyerinin başlangıcı sayılır. İlk romanı Foma 1899'da basıldı. Bu dönemde sağlam bir olay örgüsü kuramaması ve yaşamın anlamı üzerine uzun felsefik tartışmalara girmesi romanlarının başarısını düşürür. 1906'da yazdığı ve Rus Devrimi'ne adadığı Ana en başarılı romanıdır. 1899-1906 arasında St. Petersburg'da yaşar. Gorki, Çar rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez tutuklanmıştır. Çarlık tarafından kontrol ve baskılara maruz kalmıştır. 1901'de Fırtına Kuşunun Türküsü isimli kısa şiiri yüzünden tutuklandı. Kısa sürede serbest kaldı, Kırım'a gitti.
Gorki birçok devrimci ile tanıştı. Lenin'le tanıştığı 1902 yılından itibaren aralarında yakın bir arkadaşlık oluşmuştur.
1902 yılında Rusya Edebiyat Akedemisi'ne seçilir. Ancak Çar II. Nikolas buna izin vermez. Anton Çehov ve Vladimir Korolenko bu tavrı protesto eder ve Akademiden ayrılır.
Başarısız olan 1905 Rus Devrimi sırasında Peter ve Paul Kalesi'nde kısa bir süre daha hapis kalır. Gorki Güneşin Çocukları adlı oyununu yazar.
Gorki 1905'te Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ne resmi olarak üye olur ve bolşeviklerle beraber hareket eder.

1905 Devrimi'nde önemli bir rol oynayan Bilgi isimli bir yayınevi kurar. 1906'da ABD'ye seyahat eder aynı yıl Rusya'dan ayrılıp İtalya'da Capri Adası'ndaki villasında yaşamaya başlar. 1913'te tekrar Rusya'ya döner ve Rusya'nın I. Dünya Savaşı'na girmesine karşı çıkar.
I. Dünya savaşı sırasında Petrograd'daki dairesi Bolşevik ofisi gibi çalışmaya başlar. Lenin’in devrim fikrini erken bulan Kamenev ve Zinovyev'in eleştirel yazıları Gorki’nin gazetesi Yeni Hayat’da basılır. Gorki de gazetesinde Bolşeviklerin iktidara el koymasını eleştirir. 1918'de Bolşeviklerin Vakitsiz Düşünceleri isimli makalelerini yayınlar.
Lenin, Gorki ile dostluğuna zarar vermek istememiş bu dönem boyunca kendisini ikna etmeye çalışan uzun mektuplar yazmıştır.
Lenin'in Gorki'yle 1919'daki yazışmalarında Petrograd’ın boğucu havasının ve çevrenin onu kötü etkilediğini ve bir hava değişikliğine ihtiyacı olduğunu düşündüğünü yazmıştır. Bu mektuplarda olayların Pentograd'dan göründüğü gibi olmadığını gelmek isterse bu tür bir ziyareti planlayabileceklerini yazmış, bu tür fikir ve davranışların hayatı kendisi için zorlaştıracağını söylemiştir.
Ancak Komünist Enternasyonal Dergisi'nde Gorki'nin yazdığı bazı yazıları yakışıksız bularak 31 Haziran 1920'de Politbüro'ya bu tür makelelerin Komünist Enternasyol’de yayınlanmaması gererektiğini belirten mektubunu göndermiştir.
Bu yıllar Gorki ile Bolşeviklerin fikir ayrılıkları olarak tanımlanacak tartışmalarla geçmiştir. Zira devrimin hemen yapılması konusunda Lenin’le fikir birliğinde olmayan birçok parti üyesi bulunmaktadır. Ancak Gorki'nin Parti ile ilişkisinde tam anlamı ile bir kopukluk veya destekten bahsetmek mümkün değildir.
Maksim GorkiAğustos 1921'de bir yazar arkadaşı ve Anna Ahmatova'nın kocası Nikolay Gumilyov'un Petrograd Çeka'sı tarafından monarşist görüşleri nedeni ile tutuklandığını öğrenir. Gorki arkadaşının bizzat Lenin tarafından bırakılmasını sağlamak için hemen Moskova'ya gider. Ancak Petrograd'a döndüğünde Gumilyov'un zaten öldüğünü öğrenir. Ekim ayında tüberküloza yakalanır ve İtalya'ya göçer.
1921-1929 arasındaki yıllarını tekrar İtalya'nın Sorrento kentindeki villasında geçirmiştir. 1929'dan sonra SSCB'ni birçok kez ziyaret etmiştir. Haziran 1929'da Gorki Solovki'yi ziyaret etmiş ve batıda kötü bir üne sahip olan Gulap Kampı hakkında olumlu şeyler yazmıştır. 1932'de Stalin Gorki'yi ülkeye kesin dönüş yapmaya çağırmış ve ülkesinde büyük bir memnuniyetle karşılacağını garantilemiştir.
Aleksandr Solzhenitsin'e göre Gorki kendi ilgileri nedeniyle dönmüştür. Gorki'nin Faşist İtalya'dan geri dönüşü Sovyet zaferinin büyük bir propagandası olur. Gorki'ye Lenin Nişanı verilir ve eskiden milyoner Ryabuşinskiy'e ait olan ve şimdi Gorki Müzesi olan Moskova'daki malikaneye yerleştirilir. Şehir dışında da bir yazlık ev tahsis edilir. Moskova'nın büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi'ne ve doğduğu şehire adı verilir. 1990'da şehrin adı tekrar Nizhni Novgorod olarak değiştirilecektir.
1930'larda dünyanın en büyük uçaklarından olan Tupolev ANT-20'ler de Maksim Gorki olarak isimlendirilmişlerdir.
Ancak Stalinist baskı arttıkça ve özellikle 1934 yılının aralık ayındaki Sergey Kirov Suikastı'ndan sonra Gorki Moskova'daki evinde bir nevi hapis hayatı yaşamıştır. Son dönem yapıtlarının hemen hepsinde devrim öncesi dönemi ele almıştır.
Oğlunun Mayıs 1935'teki ani ölümünü takiben Gorki de, 1936 yılında Haziran ayında öldü. Her ikisinin de ölümü şüphe altındadır. Zehirlendikleri iddia edilmiş, ama bu iddia hiç bir zaman ispatlanamamıştır. Gorki’nin cenaze töreninde tabutu taşıyanlar arasında Stalin ve Molotov da yer alacaklardır.

1938'de Buharin'in mahkemesinde Gorki’nin NKVD başkanı Yagoda tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir.

Öykü Kitapları
Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız (1939)

İtalya Hikayeleri (1911, 1970)
Yol Arkadaşım
Bozkırda
(Kaynak. Vikipedi)

26 Mart 2012 Pazartesi

BİZİM KÖKÜMÜZ 80 SENE ÖNCE YEŞERMİŞTİR, ASLA KURUMAYACAKTIR...

 80 YIL ÖNCE…



“Ey Türk Gençliği !


Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün istiklal ve cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.


Ey Türk İstikbalinin Evladı !


İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır ! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”


Mustafa Kemal ATATÜRK

 80 YIL SONRA…



'Sen ne mutlu Türküm dersen o da ne mutlu kürdüm der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir.'
Tayyip Erdoğan


'Cumhuriyetin ilanı İstanbul’un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür.'
Kadir Topbaş


Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir.'
Leyla Zana


Toprak tek başına bir anlam ifade etmiyor. APO Türklere Allahın bir lütfudur.
İnsanları öldürmek yerine Kürtlere istedikleri toprakları vermek gerekir.'
Ahmet Altan


Atatürk öldüğünden beri hala zenginlik ve özgürlük üretemiyorsak sebebi Kemalizm'dir. '
Ahmet Altan


Memleketi bir çift kadın memesine satarım.'
Ahmet Altan


Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir.'
M.Ali Birand


Vatan sevgisi nedir ki? Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin.'
Çetin Altan


Kimse söylemiyor bari ben söyleyeyim. Türkiye'de 1 milyon Ermeniyle 30 bin Kürt katledildi.'
Orhan Pamuk


Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı Amerika'ya dönmeliyiz.'
Fetullah Gülen


Boğazlar milletler arası bir komisyona devredilmelidir. '
Rahmi Koç

23 Mart 2012 Cuma

PETER VE PAUL KALESİ

Çar Büyük Petro tarafından, Neva nehri kıyısında büyük bir kent kurma girişiminin başlangıcı bir kale yapılmıştır. Bu kale bugün Peter ve Paul Kalesi olarak bilinir, orijinal olarak “SanktPiterburh” dan doğar.  Tahmin edebileceğiniz gibi bu isim dönüşerek bugünkü Saint Petersburg şehrinin ismi olur.
Körfezde iki mil iç kısımda Zayaçi adasına (Заячий остров / Zayaçiy ostrov, Tavşan adası) doğru yaslanır (Neva Nehri'nin sağ kıyısına). Kaleye ve şehrin diğer tüm ana yapılarında Alman ve İtalyan mimar ve mühendislerinin imzası vardır.
Zamanla kale dışına taşan şehre Çar Petro'nun Rusya'ya davet ettiği Alman mühendislerin denetiminde Marshlande kanalizasyon yapıldı. Çar Petro, bütün taş ustalarının yeni şehrin inşasına yardım etmelerini sağlamak için “Sankt Peterburg” dışında tüm Rusya'da taş bina yapımını yasaklamıştır.
Kale, hiç savaş görmemiştir. Bu nedenle herhangi bir yıkım yaşamamış ve surları aslında bir savunmaya elverişli yükseklikte değildir.








Kale içindeki sarayın en önemli özelliği bazı çarlarla birlikte özellikle devrimle düşen ve ailesiyle birlikte öldürülan Çar 2. Nikola ve aile fertlerinin mozolesine ev sahipliği yapmasıdır. Bir iç odada özel bir bölümde bulunmaktadır.



Kalenin avlusunun denize bakan kapısı, ölüm kapısı olarak anılır. İdam mahkumlarının idamı müteakip (veya doğrudan) suya atılmaları sebebiyle bu ismi almış. Bugün rıhtımı özellikle şehri seyretmek için güzel bir terasa sahip.

21 Mart 2012 Çarşamba

2B İLE YENİ ORMAN TALANLARI DAHA DA HIZ KAZANACAK…

 Hükümet, Komisyondan hızla geçirdiği 2B Taslağını, Türkiye’nin 473 bin 419 hektarlık ‘orman niteliğini yitirdiği’ iddiasıyla, bu arazileri işgalcilere satılmasını sağlamaya hazırlanıyor. Yasa taslağı, üzerinde yüzlerce ilçe, mahalle ve köy bulunan orman arazileri, 5 yıl taksitle işgalcilerine satılacak. Hükümet, aralarında Bodrum, Marmaris, Şişli, Sarıyer ve Anamur gibi ilçelerin de bulunduğu yerleşimlerin satışından 40-50 milyar dolarlık bir gelir umuyor. Aslında, Anayasaya aykırı olan bu düzenleme ile yağmalanan ormanların yabancıların eline geçmesi mümkün ola- caktır. Hükümet, uzun süredir üzerinde çalışılan 2-B arazileriyle ilgili yasa taslağını nihayet komisyondan hızla geçirdi. Bir anlamda Türkiye genelindeki 473 bin 419 hektarlık orman niteliği ‘yitirilmiş’ alanlar üzerindeki tesisler, fabrikalar, konutlar, villalar, üniversiteler, oteller, çiftlikler, şirket, holding alanları, satılığa çıkartılacak. İlgili Bakanlıkların üzerinde çalıştığı yasa taslağının hazırlıkları sürerken, başta Antalya ve Muğla olmak üzere 2-B kapsamındaki arazileri yoğun olan illerde de büyük bir hareketlilik gözleniyor. Antalya’nın Kalkan beldesindeki koylardan tutun da, Olimpos, Adrasan, Fethiye, Dalaman ve Patara gibi birçok rantı yüksek belde de yeni rantiyeciler beklemede.
İSTANBUL, ANTALYA, MUĞLA, İZMİR VE AYDIN ORMANLARI TEHLİKEDE
45 bin 548 hektarla Türkiye’de en fazla 2-B arazisinin bulunduğu kent olan Antalya’daki bu alanların rantının oldukça yüksek olması gözleri bu bölgeye çevirdi. Mersin’de 39 bin, Balıkesir’ de 34 bin, Ankara’da 31 bin, İstanbul’da 18 bin, İzmir’de ise 14 bin hektarlık 2-B arazisi bulunuyor. Türkiye’de toplam 22 bin hektarlık 2-B alanı üzerinde yüzlerce ilçe, belde, mahalle ve köy bulunuyor. Bodrum, Marmaris, Karasu, Şişli, Sarıyer, Beykoz, Fethiye, Dalaman, Sapanca, Anamur, Bornova, Ödemiş ve Sultanbeyli; 2-B arazileri üzerinde yükselen ilçelerden sadece bir kaçı. Hükümet, işgalcilerin isteğine göre 5 yıl taksitle de ödeyebileceği 2-B satışlarından uzun vadede 40-50 milyar dolar gibi bir gelir elde etmeyi hedefliyor.

 TASLAKTAKİLER
“31 Aralık 1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerden, tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanlarının Hazine adına orman dışına çıkarılması uygulaması” olarak tanımlanan 2-B arazileriyle ilgili hazırlanan yasa taslağında, belediye mücavir alanı içinde bulunan yerleşim yerleri metrekare sınırlaması olmaksızın üzerindeki ‘işgalcisine’ satılabilecek. Belediye mücavir alan sınır ayrımının kaldırılması, bu alanların içindeki ve dışındaki yerlerin aynı esaslara göre satılmasının tartışıldığı taslağa göre, mücavir alan sınırları dışında kalan 100 dönüme kadar tarım arazileri de, sulu-kuru ayrımı yapılmaksızın hak sahiplerine doğrudan satılabilecek.
TOKİ DESTEĞİ GELİYOR:
Tarım arazileri dışında kalan, üzerinde yapılaşma bulunan ve Maliye Bakanlığınca uygun görülen taşınmazlar, Toplu Konut İdaresine (TOKİ), Büyükşehir ve ilçe belediyelerine kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştirmek üzere devredilebilecek. Özellikle çarpık kentleşmenin olduğu 2-B alanlarında uygulanması amaçlanan çalışma kapsamında devir, emlak vergisi metrekare birim değerleri üzerinden gerçekleştirilecek. Bu tip devirlerde, mevcut kentsel dönüşüm uygulama- larında olduğu gibi hak sahiplerine yeni inşa edilecek konutlarda daire verilecek.
SATIŞA- KIYILARDAN BAŞLANACAK:
Kadastro çalışmaları tamamlanan ve büyük bölümü kıyılarda bulunan 2-B’ler, ilk etapta aralarında Adana, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Denizli, Düzce, Edirne, Gaziantep, Hatay, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Kırıkkale, Kırklareli, Kocaeli, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Osmaniye, Sakarya, Samsun, Sinop, Tokat, Trabzon ve Yalova’nın bulunduğu 36 ilde satışa çıkarılacak.
SERMAYEYE KOLAY BİRİKİM OLANAĞI SUNULUYOR:
Hükümet, Bilindiği gibi, 2003 yılında da denemiş ve Anayasa değişikliği bile yapmayı göze almıştı; başaramadı. Her türlü kamusal varlığı satmayı alışkanlık edinmiş olan AKP’nin “2B arazilerini” satmaktan vazgeçmesi beklenmiyordu kuşkusuz. Deyiş yerindeyse, “eli mahkûm”; sermayeye daha kolay birikim olanakları sunulması, bu kapsamda yapsatçılara, TOKİ’ye “uygun” arazilerin sunulması gerekiyordu. Artık, ormanların içinde ve çevresi ormanlarla kaplı “2 B arazilerinden” daha uygun yerler kalmadı… Hem sonra, siyasal iktidar 2005 yılında buna kalkıştığında TOBB ve ATO Başkanları da buyurmuştu zaten. Gecikmeli de olsa şimdi bu buyruk yerine getirilecek; hem de yine Anayasaya aykırı olarak; ancak, bu kez Anayasa Mahkemesi’nin olası engellemesine de fırsat vermeden; açıkça söyleyebildikleri gibi, yine “Anayasanın arkasından dolaşarak”… Böyleyken, çoğunluk konuya “orman popülizmi” söylemiyle ve yaklaşımıyla yaklaşmaktan hâlâ vazgeçemedi: Siyasal iktidarın “2B arazilerini” satma çabası bir inadın, bir orman düşmanlığının vb durumların bir ürünü değildir: Siyasal iktidar; kolay yoldan “sıcak para” sağlamaya, tıpkı öteki kamu varlıkları ve hizmet alanlarının özelleştirilmesi gibi sermaye birikim sürecine katkıda bulunmaya çalışmaktadır…
ANAYASA MAHKEMESİ 1993’TE İPTAL ETTİ:
Hem 1961 Anayasa- sının 1970 yılında değiştirilen 131 hem de 1982 Anayasasının 169 ve 170. maddelerinde “orman” sayılan yerlerin artık orman sayılmamasını sağlayacak yaptırımlara yer verilmiştir. Hem de, öyle sanıldığı gibi, yalnızca “vasfını yitirdiğine” karar verilen yerleri de değil, 6831 sayılı yasanın 1. maddesiyle “orman” sayılan tüm yerlerin… Dolayısıyla, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesi ile 1983 yılında çıkarılan 2924 sayılı “Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun”u da bu doğrultuda düzenlemeler yapılmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi 1993 yılında, bu düzenlemeyi Anayasanın 170. maddesine aykırı bularak iptal etmiştir.
1995’TE 6,7 BİN HEKTAR SATIŞ YAPILDI:
Siyasal iktidar bu kez, 1995 yılında 4127 sayılı yasayı çıkararak söz konusu maddeye “31.12.1981 tarihinden itibaren orman köyü nüfusuna kayıtlı olanlar da hak sahibi sayılırlar.” eklemesini yaparak ormancılık düzeni dışında çıkarılan yerlerin yalnızca “orman köylüsü” sayılanlara satılabilmesi koşulunu getirmiştir. Böylece 536 köyde satış için gerekli işlemler yapılmış ve 6,7 bin hektar arazi “hak sahibi” sayılanlara satılmıştır.
2-B ISRARI :
“2B uygulamalarıyla” 2002 yılı sonuna değin 4,7 milyon dönüm alan “orman vasfını yitirmiştir” gerekçesiyle ormancılık düzeni dışına çıkarılarak bu yerlerin “orman vasfının yitirmesine” yol açanların, işgalcilerinin talanına bırakılmıştır. İlginçtir, bu uygulamalar yapılırken hemen hemen hiç kimseden en küçük bir tepki bile gelmemiştir. Siyasal iktidar da bu kez 2001 yılında 4706 sayılı yasayı çıkararak söz konusu yerlerin Maliye Bakanlığı tarafından satılmasını ve bu satışların 2924 sayılı yasa doğrultusunda yapılmasını sağlamıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’nın başvurusu üzerine bu düzenlemeyi de 2002 yılında iptal etmiştir. AKP, 2003 yılında iktidar olduğunda, elinde dilediği gibi satabileceğini sandığı 4,7 milyon dönüm arazi olduğunun ayırtına varınca gereğini yapmaya ve bu amaçla da 1982 Anayasasının 169 ve 170. maddelerini değiştirmeye kalkışmış, ancak, bu girişiminde başarılı olamamıştır. Siyasal iktidar bu kez de 2009 yılında çıkardığı 5831 Sayılı “Tapu Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun yanı sıra 6831 sayılı yasanın orman kadastrosu çalışmalarıyla ilgili kimi maddelerini değiştirmiştir. Ne var ki, siyasal iktidar bu düzenlemeyle yetinmemiş; 1 Ağustos 2010 tarihinde de 6009 sayılı “Gelir Vergisi Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u yürürlüğe koyarak; 2889 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 75. maddesini de değiştirmiştir. Böylece, “2B arazilerinin, başta ” işgalcileri olmak üzere satılabilmesini kolaylaştırmak için hukuksal bir çerçevenin oluşturulmasına çalışıyor.
ANAYASAYA AYKIRI BİR ÇABA:
Siyasal iktidarın yapacağı bu düzenlemeler yine Anayasaya aykırı. Çünkü bu düzenlemelerle de; 1983 yılında çıkarılan 2924 sayılı “Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanunu”nun 1993 yılında Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği 11. maddesi ve 2001 yılında çıkarılan 4706 sayılı “Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un yine Anayasa Mahkemesi tarafından 2002 yılında iptal edilen 3. maddesi ile amacı ve yöntemi aynı olan uygulamaların yapılması öngörülmektedir. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu maddeleri iptal gerekçelerinin bu düzenlemeler için de geçerlidir. Bu gerçeğin daha kolay kavranabilmesi için Anayasanın söz konusu kararlarında dayanak olan 170. maddesi ile iptal gerekçelerinin bu bağlamda anımsanması gerekmektedir. Kısacası; siyasal iktidar “2B arazilerini” satmakta bu denli ısrarlı olmaktadır çünkü 2003 yılında olduğu gibi şimdilerde de; genel seçimler öncesinde istediği gibi kullanabileceği gelir sağlamayı, özellikle de sermaye birikim sürecine yeni olanaklar sunmayı ve yandaş belediyelere yeni imar alanları açmayı amaçlamaktadır. Bu gerçeği gözden kaçırmak, özellikle de siyasal iktidarın; ağaçlandırma çalışmalarına kaynak bulmak, “orman köylülerinin” kalkındırılmasına destek sağlamak, işgalcilerin bedava yaralanmalarını ortadan kaldırmak vb gerekçelerine inanmak büyük bir yanılgıdır.
İŞİN KOLAYINA KAÇILIYOR :
Siyasal iktidar: Dünyada başka hiçbir uygulama örneği görülmeyecek “2B uygulamasını” hem gereksiz hem de olanaksız kılacak anayasal ve yasal düzenlemeler yapmıyor, “2B arazilerinin” kamu yararına değerlendirilmesini –bir kez daha yineliyorum; “satılmasını” değil, “değerlendirilmesini!” sağlayacak çabalara girmiyor, “orman” sayılacak yerlerin sınırlarının belirlenmesi, tapuya tescil edilmesi çalışmalarını gerektiğince hızlandırmıyor; mülkiyet sorunlarını çözümlemiyor, orman” sayılacak yerlerin sınırlarını belirleme çalışmalarının ormancılık bilgisi ve tekniğinin gereklerine göre yapılabilmesini olanaklı kılabilecek hukuksal ve kurumsal düzenlemeleri yapmıyor; ilgili bilim ve araştırma kuruluşları, Anayasanın 135. maddesinde sözü elden Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile hiçbir biçimde işbirliği yapmıyor. Bu, çok beklendik bir tutum kuşkusuz: Siyasal iktidar öteki kamusal varlıklar gibi 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesinin “B” bendi uyarınca artık “orman” sayılmayan yerleri yalnızca satmayı düşünüyor.
ORMANLAR YABANCILARIN ELİNE GEÇECEK;
23 Temmuz 2011’de gece yarısı meclisten geçirilen ve kamuoyunda ‘Torba Yasa’ olarak adlandırılan düzenlemeyle ‘villa kondu affı’ sağlandı. Sıra, 2B kapsamındaki tarım arazilerine geldi. Bugünkü uygulamanın mevzuatta yer aldığı şekliyle yürümemekte, “orman sınırı dışına çıkarılan arazilerin köy nüfusuna kayıtlı olmayan şahıslara satıldığı, varlıklı kişilere orman içi villa arazisi olarak dağıtıldığı gözlenmektedir. Böylece ORKÖY’ün bilerek ya da yeterli araştırma yapmadan yaptığı uygulamalarla, yasa koyucunun amacının dışına çıktığı gözlenmekte; üstelik 2924 Sayılı Yasa da, orman sınırı dışına çıkarılan arazilerin zilyetlerine satıldığı ifade edilmekte ise de, zilyet olmayan şahıslara da satıldığı görülmektedir.
KÖYLÜNÜN KAFASINI KARIŞTIRIYORLAR:
Bu uygulamaların 2924 sayılı Yasa uygulamasının amacı dışında kullanıldı. 1983’de çıkartılan yasanın halen yürürlükte olmasına ve Anayasa Mahkemesi tarafından bu yasa ile ilgili her hangi bir iptal kararı bulunmamasına karşın yeniden bu konuda bir yasa çıkartılmasının köylünün kafasını karıştırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. “İçerik olarak 2924 sayılı Yasa’nın aynısı. Sadece satışı Orman Bakanlığı yerine Maliye Hazinesi yapacak. Taslağın, başta anayasa olmak üzere ilgili bir çok kanunu da hiçe sayarak oy uğruna ve ekonomik rant hesaplarıyla hazırlanmış, “hiçbir bilimsel uygulama-araştırma yapılmadan, köklü çözümler yerine geçici ve acele çözümlerle seçim yatırımları öne çıkartılmaktadır. Tarım AB dayatmalarıyla çökertilmiş, köylü bankaların tutsağı konumunda haciz, ipotek altında arazilerini elden çıkartmış, evi barkı, traktörü elinden alınmış, tarım alanları yabancı çok uluslu şirketlerin istilasına uğramış durumdayken, çıkartılan bu yasalar halka dönük olmaktan uzak sadece siyasal rant sağlama aracı olmaktan öteye geçemez. 2924 sayılı Yasa ortada durmaktayken, aynı içerikte ve yeni ‘Yasa Taslağı’ hazırlamak halkın kafasını karıştırmaktan başka bir anlam taşımaz’ dedi.
ORMANLAR YABANCILARIN ELİNE GEÇECEK :
Halen yürürlükte olan 2924 sayılı Yasa’yla 2-B arazilerinin güncel değer üzerinden zilyet edenlere satılmak istendiğini ancak köylünün ekonomik yetersizlik nedeniyle bu arazileri satın alamamakta, “bu konu köylüyü düşünmekten öte bir durumdur. Orman köylüsü, kendi arazisinden ‘miktar fazlası’ kesilen ormandaki tarlasını atalarından bu yana kullanıyor. Bunu ondan geri almak yerine ‘zilyetliği mülkiyet hakkının bir unsuru olarak kabul ederek ve bu alanları tarıma kazandırmak amacıyla bedelsiz üretim yapan köylümüze verilmelidir. Orman köylüsünün de ormana uyum sağlaması, orman sanayi kurularak mümkündür. Yağmalanan orman alanları da yine yabancıların eline geçecek.
(ORHAN ÖZKAYA)

20 Mart 2012 Salı

ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

KİTABIN ADI: Magdalalı Meryem
KİTABIN YAZARI : Yorgos Leonardos
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  İro Kaplangı
KİTABIN YAYINEVİ : İnkilap Kitabevi
KİTABIN BASKI YILI : 2005
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI:  186 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 6/10

YORUM:
Ülkemizde çevirileri oldukça az olan ve pek tanınmayan Yunan edebiyatından bir kısa roman.
Kanavariu kilisesi görevlisi Ayisilaos ortadan kaybolduktan sonra onun görevine atanan, romanın anlatıcısı Leandros çalışma masasının çekmecesinde, Ayisilaos’un el yazması anılarını bulur. Ayisilaos “Magdalalı Meryem” üzerine araştırmalarını yazdığı el yazmasında tanıştığı kadınlarla yaşadığı erotik serüvenleri de yazmakta. Leandros, bütün işini bırakıp günlerce el yazmasını okurken araya kendi aşk yaşamı da girer.
Eğer Magdalalı üzerine yeni bir bilgi arıyorsanız kitapta yok. Çabuk okunan, tarihsel değeri olmayan, tek yeniliği, bir Yunan yazar tanımaktan öte gitmeyen bir kitap.
Okumazsanız bir şey kaybetmezsiniz…


1937 yılının Şubat ayında Mısır'ın İskenderiye şehrinde doğan Anastasi’nin oğlu Yorgos Leonardos gazeteci ve yazardır.

İlk yazıları 1953'te İskenderiye’nin günlük gazeteleri olan “Tahidromo” ve “Anadolu”'da yayınlandı. Yunanistan'a gelince önce fizik ve matematik öğretmeni olmak için okudu, fakat sonradan gazeteci mesleğini seçerek 1959-1961 yıllarında, bir Yunan Amerikan okulu olan Spyro Mela Enstitüsünü bitirdi. İlk önce 1961-1964 yıllarında Kathimerini gazetesinin dış haberler bölümünde yazar, sonra da Belgrad'a giderek 1964-1967 yıllarında Atina Haberler Ajansı'nın muhabirliğini üstlendi.

Bir ara Nautemboriki Apoyevmatini, Elefterotipia, Mesimbrini, Ethnos ve Elefteros Tipos gazetelerinde yöneticilik, Kerdos ticari gazetesinde de köşe yazarlığı yaptı.
1977 yılında New York'ta “Etnik Bildiri” gazetesinde Atina Haber Ajansı'nın yöneticiliği ve müdürlüğünü yaptı. Daha sonra EPT ve Antena televizyon kanallarında haberleri sundu. Bu sıralarda Vietnam, İran-Irak, körfez savaşlarında ve diğer çarpışmalarda gazeteci olarak görev yaptı ve 1975 İstanbul'da yapılan European Broacasting Union gibi toplantılara ve Eurovision Şarkı Yarışması'nın kongrelerine katıldı.
Yorgos Leonardos edebiyatla ve özellikle roman yazarlığıyla tanındı. “Hristiyan Sultan Mara” ve “Mistra’nın Uyuyan Güzeli” isimli tarihi romanları 2001 ve 2005 yıllarında Yunan Hristiyan Edebiyat ödüllerini kazandı. 2006 yılında da gazetecilik ve edebiyat başarıları "Botsi Enstitüsü" tarafından ödüllendirildi.

Yazarın kitapları
Ninenin kırmızı salonu

Katakompların üzerindeki ev
Mıknatısın karşıt uçları
Yeryüzündeki aşıklar
Ruhun Şarkısı
İncelemeler
Romanın yapılışı
Tarihi romanlar
Barbaros
Hıristiyan Sultan Mara
Magdalalı Meryem
Mistra'nın uyuyan güzeli
Paleologos Mihail
Paleologlar
Son Paleolog
Sofia Paleoloyina. Bizans'tan Rusya'ya.
(KAYNAK: VİKİPEDİ)

19 Mart 2012 Pazartesi

BAŞÖREN KÖYÜ, ELMALI YAYLASI, MAHKEME AĞACİN KÖYÜ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Uzun süre havaların kötü gitmesi sebebiyle, özellikle buzun yürüyüşte tehlikeli olduğunu düşünerek ertelediğimiz doğa yürüyüşlerine bu hafta Pazar gününün de açık ve güneşli olmasına güvenerek Cuma gününden kaydımızı yaptırdık.
Fuat hocamın iş arkadaşı Selda hanımın ilk kez yürüyeceği gezimizde, eski grubumuzun yürüyüş yapmaması sebebiyle katıldığımız “Alternatif Trekking” grubunun parkurunun biraz zor geçeceğini düşündüysek de kendisinin yürekli olması ve çekinmemesi bizi biraz rahatlattı. Bu grubumuzun daha deneyimli ve iyi yürüyen bir grup olması sıkı bir yürüyüş olacağının habercisiydi.
Sabah 8’de Kızılay’dan hareket eden aracımız duraklarda diğer katılımcıları aldıktan sonra toplam 13 yürüyüşçü ve 2 rehberimizle TEM üzerinden yola koyulduk. Bir molanın ardından yürüyüşümüzü başlatacağımız Başören köyüne geldik. Saat 10’u biraz geçe başlayan yürüyüşümüz, köyün sırtlarından yaylaya doğru uzanan yol üzerinde devam etti.
Köyün hemen çıkışından itibaren yol tamamen karla kaplı olduğundan yürüyüşümüz bir süre kara bata çıka devam etti. Güneşin ve ısınmanın sebebiyle gevşeyen kar bazı yerlerde dize kadar gömülmemize neden oluyordu.
Zaman zaman yoldan çıkıp orman içinden devam ettiysek de kar örtüsü henüz hiç bozulmamış durumdaki orman geçit vermez durumdaydı. Erimeyle derelerin debisi yükselmiş durumda. Gün boyu sayısız defa geçtiğimiz dereler adrenalin dozunu artırmakta çok etkili oldu.
Saat 13 dolaylarında bir dağın kuytusunda yemek molası verdiğimizde kesintisiz 3 saatlik kar mücadelesi oldukça yormuştu.



Yaklaşık 45 dakikalık mola sonrası bir bayır tırmanışı ile yaklaşık 1500 metredeki bir şelaleyi görmek için zirveye yöneldik. Son 50 metresi kaya tırmanışı olan tepede şelale manzaralı molamız epey keyifliydi.
Dinlenme sonrası aynı yoldan bir süre aşağıya indikten sonra sürekli alçalan bir yamaç inişiyle yine sürekli dereler geçerek saat 16 civarlarında “Mahkeme Ağacin” köyüne geldik. Vaktiyle adı “Ağaç İn” olan köy, kurtuluş savaşı döneminde Kuvayi Milliye’ye isyan eden grupları tenkille görevlendirilen Çerkes Ethem’in milislerinin, yakaladıkları isyancıları bu köyde mahkeme ile idama mahkum edip dere boyu kavaklara asmaları sebebiyle adı “Mahkeme Ağacin” köyüne dönüşmüş.
Bu köy, yürüyüşe başladığımız Başören köyü ile birlikte çevrenin eski “Rum” köylerinden. Mahkeme Ağacin köyünde uzun süre depo ve ağıl olarak kullanılmış mağara ve girintiler var. Günümüzde hızlıca restorasyon ve korumaya alınıyorlar. Hıristiyan şapellerini andıran yapılarda haçlar belirgin olarak gözüküyor.



Mağaraları gezimizle 16.30 sıralarında biten yürüyüşümüz sonrası yine TEM’den Ankara’ya dönüşümüz sonrası 18.00 sularında, güzel ve tatlı bir yorgunluk, doğa ile baş başa bir gün geçirmenin keyfi ile yeni bir haftaya coşkuyla başlamaya hazırız.

16 Mart 2012 Cuma

TÜRKİYE’NİN ADALARI YUNAN İŞGALİNDE...

Aydın-Didim ilçesinin karşı yakasındaki Eşek ve Bulamaç adaları 2004 yılından bu yana Yunanistan tarafından işgal edilerek üzerine; limanlar, kiliseler, AVM’ler ve konutlarla çeşitli tesisler yapılmış ve Türklerin girişine kapatılmış durumdadır. Adaya gidişler pasaportla yapıl maktadır. Bu konu hakkında ilk açıklamayı DP başkanı Namık Kemal Zeybek, isyan ederek yapmış, milletvekili adayları adalara gidişlerinin serüvenini, pasaportla girebilmelerinin sıkın tısını medya ve basına yansıtmışlardır. Ancak yandaş medya, konuya ilişkin en küçük bir du yarlık göstermemeyi sürdürüyor. İktidarın herhangi bir açıklaması bugüne kadar olmadığı gi bi, yapılan açıklamalar da, yetkisiz kişiler tarafından kamuoyunun tepkisini yatıştırmak şek linde ve bu adaların neredeyse İnönü tarafından Lozan’da terk edildiği şeklinde olmaktadır.   
Ege Denizi’nde, ulusal karasu sınırının Yunanistan tarafından 6 milden 12 mile çıkartıl ması, kıyılara taraf ülkeler olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki görüşmelerde, görüşlerin birleştirilmesi olanaklı olmaması anlaşmazlığın sürmesine neden olmaktaydı. Bugüne kadar, iki ülke arasında ulusal yaklaşımlar sert açıklamalarla dile getirilmekteydi. 16 Kasım 1994 tarihinde BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesiyle Yunanistan,  karasula rını 12 mile çıkarma kararı almış ve gerektiğinde bu hakkını kullanacağını açıklamış idi. Tür kiye’de bu konudaki kararlı tutumunu çok sık olarak dile getirmişti. Yunanistan Parlamento su 31 Mayıs 1995 tarihinde bu Sözleşmeyi onaylamış ve bu yaklaşım açıkça ifade edilmiştir. Türkiye, Yunanistan tarafından böyle bir karar alınması halinde savaş nedeni “casus belli” sa yacağını, iki ülkenin de birbirlerini ulusal çıkarları, egemenlik hakları, toprak bütünlükleri açı sından potansiyel tehlike ve tehdit kaynağı olarak algılamalarına yol açacağını vurgulayarak bu tek yanlı ve maceracı girişimlerden vazgeçilmesi gerektiğini defalarca Dünya kamuoyuna bugüne kadar deklere etmiş bulunmaktaydı. Bu durumu; Yunanistan'ın AB'ye tam üyelik sta tüsü nedeniyle elde etmiş olduğu kazanımlarla Ege'deki karasuları uyuşmazlıklarını, AB'nin karşılaştığı dış politik sorunlar çerçevesine indirgemek çabasına yönelik bir manevra olarak gözlemlenmek olasıdır. Karasuları yüzünden çıkabilecek bir sıcak çatışmada Türkiye'ye tepki nin AB'den gelmesini sağlamak ve bu tepkiyi arkasına almak hesapları yattığı düşünülebilir. Bu konuda çıkabilecek askeri ve siyasi çatışmayı AB’nin sırtına yüklemeyi düşündüğü çok açıkca anlaşılmaktadır. Bunu AB’nin dış sınırlarına yönelik bir saldırı boyutunda değerlendir mek tezgâhı yatmaktadır. Bunu anlamamak için çok iyi niyetli ve saf olma gerekir. Tarafların görüşlerindeki ısrarları, süre giden çatışma ve gerginlik, ülkeler arasında olası bir savaş riskini gündemde tutmaktadır. Güvensizliğin büyük boyutlarda oluşu, her iki tarafın da silahlanması na neden olmaktadır. Giderek iki ülkede de uyuşmazlık konularının kesin olarak çözümlene bilmesi için gereken tek yolun savaş olacağına ilişkin bir genel kanı yerleşmektedir. Ülkemiz ile Yunanistan arasında meydana gelebilecek çatışma riskinin yoğun olduğu, karasularının ge nişletilmesi sorununun ve Yunanistan’ın bunu tek taraflı bir egemenlik hakkı olarak görmesi ve bu hakkını kullanma zamanı geldiğinde gerçekleştireceğini açıkça dile getirmesi Türkiye’ nin bunu bir savaş nedeni saymasına neden olmaktaydı. Bu nedenledir ki Yunanistan, bugüne kadar bu pervasızlığı, bu cesareti bulamamaktaydı. İşte son “Casus Belli” uygulamasının, dış politikadaki “sıfır sorun” anlayışı, Yunanistan ile olan tek yanlı ödünler ( Yetimhane uygula ması gibi) bağlamında ve “it dalaşı”nın son günlerde gündemden düşmesindeki yaklaşımlar, ülkemizin malı sayılan, burnumuzun dibindeki, bir karış mesafede yer alan Didim’deki Eşek Adası ve Bulamaç Adası’nın topraklarımızdan kayıp gitmesine neden olmuştur. Bu durum, halkımızın yüreğini kanatmaya devam ediyor.
Kardak Kayalıkları’ndaki Yunan bayrağını gönderden indirerek şanlı Türk bayrağını diken Donanmamızın kahraman Tim Komutanları Silivri ve Hastal zindanlarında emperyalist saldı rılara karşı bedel öderken, böyle bir ödüne taraf olanlar, halkımız karşısında hesap verecek ve çok yakın bir süre içersinde halkımız, bu gidişe “dur!” diyecektir.



Orhan Özkaya
(Kaynak: Önce Vatan)