31 Ocak 2012 Salı

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

 
KİTABIN ADI
Sayıların Gizemi (The Mystery of Numbers)
KİTABIN YAZARI
Annemarie Schimmel
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Mustafa küpüşoğlu
KİTABIN YAYINEVİ
Kabalcı Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2000
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
299  sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
8/10 



YORUM:
Sayılarla ilgili oldukça eğlendirici ve bilgi verici bir kitap. Sayın yazar sayılarla ilgili bir kitap çevirisinden yola çıkarak kendi kitabını oluşturmuş.
Tek tek rakamların ilginç öykülerini aktarırken toplumlararası ilginç benzerliklerin altını çiziyor.
13 sayısında “Triskaideleaphobia” (onüç korkusu) yı anlatıyor. Uğurlu ve uğursuz sayılar daha çok antik toplumlar, Hırıistiyanlık, Musevilik ve kısmen Müslümanlık ile bağlantılı anlatılıyor. (Yazar diğer toplumların rakamlarının kitapta yer almayışını olgunlukla bir eksiklik olarak kabul ediyor.)
Bol resim, grafik ve gravürle zenginleştirilmiş kitap, eğlenceli ve kolay okunur. Rakamları seviyorsanız arkalarındaki gizemleri de öğrenmenizde yarar var…

Annemarie Schimmel (d. 7 Nisan 1922 - ö. 26 Ocak 2003) ünlü Alman İranolojist ve İslam ve Tasavvuf araştırmacısı.
Schimmel doktora çalışmasını henüz on dokuz yaşındayken Berlin Üniversitesi'nde İslam dilleri ve medeniyeti üzerine yaptı. Yirmi üç yaşında Almanya, Marburg Üniversitesi'nde Arap dili ve İslam Araştırmaları profesörü oldu. Aynı üniversitede ikinci doktorasını dinler tarihi alanında yaptı.
Schimmel 1954 yılında Ankara Üniversitesi'nde Dinler Tarihi Profesörü olarak çalışmaya başladı. Üniversitede kendisini ülkenin mistik gelenek ve kültürünü araştırmaya adadı. Schimmel'in Bonn Üniversitesi'nden aldığı bir onursal profesörlük, Pakistan hükümetinden İslam, Tasavvuf ve Muhammed İkbal'e ilişkin çalışmalarından ötürü aldığı Hilal-i İmtiyaz olarak bilinen en yüksek dereceli sivil ödülün yanı sıra unvanının yanı sıra İslam edebiyatı ve kültürü, tasavvuf alanlarında elliyi aşkın kitabı ve Farsça, Urduca, Arapça, Sindi, Türkçe şiirlerden İngilizce ve Almanca'ya yaptığı çevirileri bulunmaktadır.
Annemarie Schimmel'in Türkçe'deki kitapları
  • Ben Rüzgarım Sen Ateş / Mevlana Celaleddin Rumi / Büyük Mutasavvıfın Hayatı ve Eseri, Tercüme: Senail Özkan, Ötüken Neşriyat; İstanbul, 1999 ISBN 975-437-306-X
  • Ruhum Bir Kadındır, çev. Ömer Enis Akbulut, İz Yayıncılık, İstanbul, 1999.
  • Yunus Emre İle Yollarda, çev. Senai Özkan, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999.
  • Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınları, İstanbul, 1999.
  • Tasavvufun Boyutları, Kırkambar Kitaplığı; İslam Mezhepleri, Tasavvuf ve Tarikatlar;İstanbul,2000, ISBN 9758264167
  • Sayıların Gizemi, Tercüme: Mustafa Küpüşoğlu, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, Nisan 2000 ISBN 9757942013
  • Çağın Mevlana'sı / Muhammed İkbal, Tercüme: Senail Özkan, Kırkambar Yayınları, İstanbul, Eylül 2001 ISBN 975-8264-14-1
  • İslamın Mistik Boyutları, Tercüme: Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, Ekim 2001
  • Aşk Mevlana ve Mistisizm, Tercüme: Senail Özkan, Kırkambar Yayınları, 2002, ISBN 975-8264-27-3.
  • Tanrı'nın Yeryüzündeki İşaretleri, Çev. Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2004.
  • Halifenin Rüyaları / İslamda Rüya ve Rüya Tabiri, Çev. Tûba Erkmen, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005, ISBN 975-997-003-1.
(Kaynak: Vikpedi)

30 Ocak 2012 Pazartesi

HEDİYEYİ KAZANAN;

Hediye konusunda katılım için yorum bırakan 6 arkadaşıma teşekkür ediyorum. Beklentim katılım daha çok olması yolundaydı. Geçen üç günlük sürede 500 civarındaki sayfa görüntülemeden bu kadar az isteklinin olmasını nasıl yorumlayacağım bilmiyorum.

Ama isterseniz yorumu herkesin kendisine bırakıp çekiliş sonucunu belirleyelim. Değerli Burhan hocam ilk yorumu yapmasına rağmen kitabın kendisinde olması sebebiyle çekiliş dışında kalmak istediğinden takibeden 6 yorumu 1’den başlayarak sıra numarası verdiğimizde kazanan;

(Yazının buraya kadar olan bölümünde ve halen ben de sonucu bilmiyorum.)

Random.org kurasına göre kazanan;

True Random Number Generator Min:1 Max:6, Result:2     Kardeşim

Kutluyorum. Mail adresim olan bilgehanmerki@hotmail.com adresine açık adresini bildirdiği takdirde kargo en kısa zamanda adresine ulaşacak.

Katılan, ilgi gösteren tüm dostlarıma saygılar, sevgiler sunuyorum.

27 Ocak 2012 Cuma

HEDİYEM VAR!

Önce hikayesini anlatayım.

İthaki Yayınları Jules Verne’nin kitaplarının birebir tercümeleri ile serisini yayınlamakta. Tamamını düzenli olarak alıyorum. Ama yaz aylarında 1. Cildini aldığım “Kürkler Ülkesi” kitabının 2. Cildini kitapçılarda bir türlü bulamadım. Bu nedenle de ilk kitabı okuyamıyordum. Sonunda yayınevinin sitesinden siparişle alayım dedim. Sitenin yönlendirdiği biçimde alım sayfasına siparişimi verdim. Ancak sipariş onaylandığında bir hata yaptığımı fark ettim.
Yine kitabın 1. Cildini istemiştim. Ertesi gün 1. Cilt elime ulaştı. Bunları ne yapacağım diye kara kara düşünürken bu kez siparişle kitabın 2. Cildini 2 nüsha istemek aklıma geldi. Bir tane istesem diğer kitap atıl hale gelecekti. Bazı kitap sitelerinde hediye kitap kampanyalarından esinlenerek elimdeki 2 ciltlik kitabı simdi blogdan hediye ediyorum.

Ama bu hediyenin de bir hediyesi olacak!. Bir Azeri yazara ait şiir kitabı:

Kitapları, Pazartesi sabahına kadar bloga “yorum” bırakacak dostlar arasından birisine kura çekerek göndereceğim.
Kargo masrafı bana aittir. Sizleri yorum bırakmaya çağırıyorum.

Not:
Yeni yılın ilk yazısında 2011 yılında en çok yorum bırakan Esin, Ceren ve Aysema’ya bir sürprizim olacağını belirtmiştim. Bunu önümüzdeki hafta içinde açıklayacağım.

İyi tatiller ve bol şanslar.

26 Ocak 2012 Perşembe

BİR GÜMRÜK KAÇAKÇILIĞI (FRANSA VE ERMENİ MESELESİNİN HATIRLATTIKLARI...)

İki sene evvel bir iş için Fransa’ya giden bir arkadaş anlatmıştı.

Eşya olarak bir bavulum vardı, bir de ahbaplarımdan birinin Marsilya’daki bir dostuna gönderdiği bir Acem halısı, ben ne bileyim meğer Fransa’ya halı ithalatı memnu (yasak) imiş.

Gümrük memurları yakama yapıştılar, şaşırdım, kendi malım olsa halıyı bırakacağım, fakat ne yaparsın ki emanet, bilmem nereden kulağımda kalmıştı; besbelli Müslüman tebaası çok olduğu için Fransa ibadette kullanılan eşyadan gümrük resmi almazmış.

Bakayım bir tecrübe edeyim, diye düşündüm. Oldukça iyi konuştuğum Fransızca ile Gümrük memuruna dedim ki; ben belli bir iş adamıyım gördüğünüz gibi, halının ismi seccadedir. Biz Müslümanlar namaz isminde ibadetimizi onun üstünde icra ederiz, ben sofu bir insan olduğum için ibadete yarayan eşyamı dahi yanımda taşırım.

Gümrük memuru civanmert insaflı bir adama benziyordu bir müddet burnunu kaşıyarak düşündü. Seccade ve Namaz kelimelerini bana tekrar ettirerek bir bir kâğıda yazdı sonra telefonu kaldırarak konuşmaya başladı:

-Mösyö Artin Serkizyan, siz İstanbullusunuz, Türkleri ve Türkçeyi iyi bilirsiniz. Seccade ne demek olduğunu söyler misiniz? Seccade evet, seccade, mersi. Namaz ne demek ? Müslümanların ibadeti öyle mi, sizden bir hizmet rica edeceğim, lütfen beş dakika için beni görmeye gelir misiniz ancak sizin halledeceğiniz bir mesele var da …

Üç beş dakika sonra Mösyö Artin Serkizyan gümrüğe teşrif ediyordu, gayet tipik bir İstanbul Ermenisi… Serkizyan bana bir dost ve hemşehri selamı verdi, derhal anladım ki bu işte bana halisane tarafgirlik edecektir.

Gümrük memuru halıyı yere yaydırdı aksi gibi gayet biçimsiz bir şey, eni herhalde bir metre yok, boyu buna mukabil üç metre gibi bir şey.

-Müslümanların Namaz ibadetini üstünde icra ettikleri seccade bu mudur?
Ermeni hiç tereddütsüz tasdik etti.

-Ta kendisi .

-İyi ama bu ibadet için fazla uzun değil mi?

Sual gayet yerinde idi, ben önüme baktım fakat Mösyö Artin büyük bir saffetle derhal cevap verdi.

-Hayır değildir. Namaz için ancak kâfidir.

Mamafih gümrük memuru hala tereddüt ediyor düşünüyordu.

Gümrük memuru, son bir rica," dedi; "efendiden namaz ibadetini bir kere burada gözümün önünde tekrar etmesini rica ediyorum, ta ki bu hususta tam bir kanaat edinmiş olayım."

Artin ile birbirimize baktık. O Türkçe olarak başka bir yol yok çaresiz bir namaz kılacaksın, dedi.
İşe daha ciddi bir renk vermek için potinlerimi çıkardım, pencereden güneşe bakarak kıbleyi tayin ettim, ellerimi kulaklarıma kaldırarak “Allahüekber” deyip namaza durdum Gümrük memurunun gözünü boyamak için bir şeyler okumak lazım geliyordu fakat aksi gibi namaz dualarından hiç biri aklımda kalmamıştı. Çaresiz, Muallim Naci merhumun çocukluğumda ezberlediğim;

"Bilmem şu kuşu neden gam almış / Her nailesi kalbe dağzendir."

Şiirini makam ile okudum, sonra rükue, nihayet secdeye vardım. Fakat başımı bir türlü yerden kaldıramıyordum, secdenin usulden fazla sürdüğünü gören Artin Türkçe olarak; yeter, kalk, dedi. Ben bu defa gene Nacinin kuzusunu okuduğum makam ile; Nasıl kalkayım herif seccadede daha iki arşınlık yer var, bu fazlalığın hikmeti nedir? diye sorarsa ben ne cevap vereyim.

Artin biraz düşündü, sonra, yavaşça bir takla at, dedi. Bu söz bana bir vahiy-i ilahi gibi geldi. Amin, diye bağırarak bir takla attım ayaklarım halının ucuna değmiş ve hesap tamam olmuştu.

Biraz sonra kolumda emanet halı ile gümrükten çıkıyordum.

Reşat Nuri Güntekin
_


25 Ocak 2012 Çarşamba

SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANI BULMAK

 (Bu soğuk kış günlerinde içinizi ısıtması dileğiyle güzel bir hikaye...)

Kadın her sabah olduğu gibi o gün de beyaz değneği ve el yardımı ile otobüse binmişti.
Şoför:
- Soldan üçüncü sıra boş hanımefendi, dedi.
Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi.
Bundan bir kaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti
Genç kadın asla göremeyecekti.
Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti.
Asla karısını yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti.
Günler geçiyordu.
Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu.
Eşinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu.
Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu, karısı günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu.
Bütün gün düşündü koca, nasıl yardım edebilirim güzeller güzeli eşime diye.
Birden aklına eşinin eski işi geldi.
Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi.
Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı. Karısı dehşetle gözlerini açtı:
-Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı.
Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağını ve aksamları da iş çıkısında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi.
Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu.
Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu.
Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakâr koca. Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz daha iyiydi.
Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti.
Aksam karısına:
-Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi.
Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı.
Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.
Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu.
Günler günleri kovaladı, hiç bir problem yoktu.


Yine bir gün otobüse binerken, şoför:
- Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi.
Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan,
-Neden diye sordu.
Şoför:
- Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir deniz subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor, dedi.




24 Ocak 2012 Salı

Voskresenia Khristova Kilisesi – Saint Petersburg

Saint Petersburg, bir kanallar ve adalar şehri. Sayısız kanallarla birbirine bağlı. Kanalların değişik isimleri var. Çok fazla ezberlenmesinin da bir anlamı yok. Şehirde çok sayıda turizm bürosunda çok kolayca çözülebilecek turistik şehir haritaları mevcut. Yalnız daha önce de bahsettiğim gibi Kiril alfabesi az çok çözmek gerekiyor.


Voskresenia Khristova Kilisesi çar 2. Aleksandr anısına oğlu 3. Aleksandr tarafından yaptırılmış. Daha doğrusu başlanmış ama artan maliyetler kilisenin yapımını 24 yıla sarkıtınca çar 2. Nikolay döneminde tamamlanabilmiş. (1883-1907)

Yapım sırasında çar 3. Aleksandr’ın bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine binanın dışında kırmızı renk, kan ile benzerlik kurularak bolca kullanılmış.

İçindeki dini betimlemelerin büyük bir kısmı mozaik olan kilise soğan kubbeli çatısı ile Kremlin’i çok andırmakta.

Griobedov kanalının hemen yakınında yer alan kilisenin yeri, çar 2. Aleksandr’ın öldürüldüğü yer olarak seçilmişse de kanal sebebiyle temellerinin oldukça zayıfladığı belirtiliyor.

Devrimden sonra yağma ve hasar gören kilise 1930’da tamamen kapatılmış. 1997’de restorasyon sonrası sadece müze olarak hizmet vermekte.

Mükemmel dış ve iç süslemeleri nedeniyle Saint Petersburg’da mutlaka görülmesi gereken mekanlardan birisi.


23 Ocak 2012 Pazartesi

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

 
KİTABIN ADI
Kabil
KİTABIN YAZARI
Jose Saramago
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Işık Ergüden
KİTABIN YAYINEVİ
Kırmızı Kedi Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2011
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
146  sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 



YORUM:
Geçen Haziran ayında kaybettiğimiz, son dönemin en önemli ve değerli yazarlarından Jose Saramago’nun kaleme aldığı son romanı.
Bir romandan ziyade, uzun hikaye tarzında yazılmış ve dinsel hikayelerin bir anlamda alaya alındığı etkileyici bir son deyiş.
Tanrı’ya kutsal sunumda kardeşinin gerisinde kaldığı için kızarak kardeşi Habil’i öldüren Kabil’in hikayesi. Aslında bu kısa özet kitabın daha ilk sayfasında hemen anlatılıyor. Sonra ne mi oluyor? Büyük üzüntü ve yeise kapılan Kabil’i teselli etmek isteyen tanrı, onun yaşamını devam ettirmesi konusunda akit yaparak söz veriyor. Kabil, zaman ve mekan boyutunu aşarak, kutsal kitabın hikayelerinde dolaşıyor. Mısır, Davut peygamber, Nuh, gemisi, karısıyla uzun süren yatak ilişkisi ve sonuçta, Kabil, gerçekte tanrının adil değil, kan dökücü ve intikamcı yüzünü keşfederek tanrıdan bir intikam alıyor…
Nasıl mı? Okumanız gerekiyor…
Saramago, yaşamı boyunca partisine sadakatla bağlı, dinin toplumların geleceğini karartan bir afyon olduğunu sergileyen, acımasız ve gerçekçi eleştirel romanlarıyla tanınan toplumcu bir yazardır.
Bu son roman bir anlamda mükemmel bir veda…

20 Ocak 2012 Cuma

ÖLÜM KALIM SAVAŞI (SAKARYA)

9 Eylül 1921 günü saat 15’e doğru Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa üstü açık bir otomobille Zafertepe’ye geldi. Fevzi Paşa ve Albay Kazım ile biraz görüştükten sonra, M. Kemal Paşa batarya dürbününün başına geçti. Yunan mevzilerini ve gerilerini uzun uzun incelemeye koyuldu.
Zafertepe’nin üstü kalabalıklaşmıştı. Otomobil ve atlar açıkta duruyor, düşmanın kolayca görebileceği bir topluluk oluşmuş bulunuyordu. Ev sahibi durumunda bulunan Albay Kazım, soğuk terler dökmeye başlamıştı. Yunan topçusu ve uçakları için güzel bir canlı hedef olmuştu tepenin üstü. Tam bu sırada bir Yunan uçağının tepeye doğru yaklaştığı görüldü.
Albay Kazım’ın korktuğu başına gelmişti. Tepede uçağa ateş açabilecek tek bir silah, saklanacak tek bir ağaç altı yoktu. Sağa sola koşup hedefi dağıtmak en akıllıca bir davranış olacaktı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa dürbünü bırakmıyordu bir türlü. Başkomutan kılını kıpırdatmadan batarya dürbünü çukurunda otururken, hiçbir subay tek adım atmayı aklından geçirmiyordu. Herkes olduğu yerde başını havaya kaldırmış, tam tepelerine gelen uçağa bakıyor, bırakacağı bombaları bekliyordu…

Yunan uçağı tepenin üstünde bir tur attıktan sonra, uzaklaştı. Yanında bomba olmadığı ve gözetlemeyle yetindiği anlaşılmıştı. Albay Kazım, boncuk boncuk terleyen alnını kolunun tersiyle silerek rahat bir soluk aldı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa incelemelerini bitirdikten sonra, biraz geride bekleyen komutanlarının yanına gitti. Görüşlerini özetledi: Düşmanın batı kanadına saldırarak Sakarya’ya doğru sıkıştırılması ve Sakarya üstündeki köprübaşlarının ele geçirilmesi planı yarın uygulanacaktı.
Saldırıyı Mürettep Kolordu Komutanı Albay Kazım yapacaktı. Kolordusunun 1. ve 17. Tümenleri ile 1. Süvari Tümeninden başka, öteki yerlerden kaydırılan 15. ve 23. Tümenler de emrine veriliyordu. Yapılan gözetlemelerin raporları ve alınan en son bilgiler değerlendirildikten sonra ortaya bir harita açıldı. Harita, çok önceleri Almanlar tarafından yapılan ve Kiepert adıyla anılan Anadolu’nun tek büyük haritasının o bölgeyi gösteren paftalarıydı.
Mustafa Kemal Paşa saldırının nasıl yapılacağını ve geliştirileceğini haritada ayrıntılı bir biçimde açıkladı. Sonra arazi üstünde uzun uzun anlattı. Başkomutanın askerlik sanatında tartışma kabul etmez üstünlüğünün yeni bir yapıtıydı açıklanan plan. Anadolu’nun ve Türk halkının kara yazgısı bu saldırının başarıya ulaşmasıyla ağaracaktı… Cephane azdı. Süngüye güveniliyordu. Cephane azlığının saldırıda doğuracağı sayısız sakıncalar vardı. Bu sakıncalar, Anadolu çocuklarının bilek gücüyle ve tüfeklerin ucuna takılı keskin süngülerle giderilecekti…
…Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Duatepe’ye beş tümenle yapılan saldırıyı Mürettep Kolordu Komutanı Albay Kazım’ın Zafertepe’deki gözetleme yerinden izlemişlerdi. Uzun süren kanlı savaşmanın heyecanıyla kimsenin aklına bir şeyler yemek gelmemiş, kimse dün akşamdan bu yana tam yirmi dört saattir ağzına bir tek lokma koymamıştı.

Mürettep Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Hayrullah (Fişek) Duatepe’nin alınmasının onuruna, konuklarına bir akşam yemeği ziyafeti hazırlamıştı. Batarya dürbününün çukurunun hemen yanındaki düzlüğe, yere hemen bir masa örtüsü serdirmiş, ortasına bir bakır tepsi koydurmuştu. Tepside kızarmış bir cılız tavuk ile dört beş dilim siyah ekmekten başkaca bir şey yoktu.
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Batı Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım (Gündüz) ve Albay Kazım yer sofrasına bağdaş kurup oturdular. Duatepe’nin alınmasının yarattığı sevinç hepsinin yüzlerinden okunuyordu. On sekiz gündür Sakarya boylarında sürekli savunmada kalan ordu, ilk kez bir planlı saldırı girişiminde bulunmuş ve başarmıştı. Bu bir dönüm noktasıydı. Bundan böyle saldırı sırası Türk Ordusuna gelmişti. Üst Komutanların on sekiz gündür gerilen yüz hatları, ilk kez sevinçle gevşemiş, rahatlamıştı. Sofradakiler Başkomutanın ilk lokmayı ağzına atmasını bekliyorlardı yemeğe başlamak için.
Mustafa Kemal Paşa ekmeğe uzanırken, Albay Kazım’a sordu:
— Erlere yiyecek ne verdiniz?
Albay Kazım şaşırdı, duraladı, biraz ötede ayakta duran kurmay başkanına seslendi:
— Hayrullah Bey erlere ne verebildik?
—Efendim, dün sabah bulduğumuz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık.
Mustafa Kemal Paşa bir an duraladı. Sonra ayağa kalktı, düşünceli, dalgın adımlarla yürüdü. Ötekiler de tavuğa ve ekmeklere el sürmeden sofradan kalktılar, Mustafa Kemal Paşa’nın ardından yürüdüler.
Mehmetçikler, kavrulmuş buğdayla midelerini bastırıp, yarı aç yarı tok saldırarak Duatepe’yi geri alırlarken; Başkomutanları cılız bir tavuğu silah arkadaşlarıyla paylaşmayı içine sindirememişti[i]

Atatürk devrimi – Fethi KARADUMAN
TWİTTER : fethikaraduman2



[i] A. Müderrisoğlu, Sakarya Günlüğü, s.529-530, 539-540


19 Ocak 2012 Perşembe

KASIM AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

 
KİTABIN ADI
Gotik

Aşırılık, Dehşet, Kötülük ve Yıkımın Dört Yüz yılı
(Gotic
Four Hundred Years of Excess, Horror, Evil and Ruin)
KİTABIN YAZARI
Richard Davenport-Hines
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Hakan Gür
KİTABIN YAYINEVİ
Dost Kitabevi
KİTABIN BASKI YILI
2005
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
453  sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 



YORUM:
Gotik, günlük yatımızda çok kullandığımız, ancak “nedir?” diye sorulduğunda belki de net olarak cevaplandıramayacağımız bir konudur.
Bu kitapta, yazar, 1600-2000 arası dört yüzyıllık bir sürede Avrupa uygarlığını derinden etkileyen bir akımı başlangıcından alıp günümüze getiriyor.
Roma çağında, barbar olarak adlandırılan Got kavminden ismini alan akım, deyim yerindeyse 1631’de Vezüv Yanardağı’nın püskürmesiyle etrafını yakıp yıkmasından sonraki doğal ortamı resimlerinde betimleyen Salvator Rosa’nın resimleriyle başlar. Önceleri Resim, mimarlık ve edebiyatta yol alan Gotik, zaman içinde neredeyse tüm sanat dallarında tarzıyla hayat bulur.
Temeli “abartı ve aşırılık” olan gotik akımın 400 yıllık serüvenini izlemek ve özellikle Avrupa Uygarlığına, dolayısıyla uygarlığımıza yaptığı katkıyı öğrenmek istiyorsanız, anlatımıyla, resimleriyle, referanslarıyla, kısaca her ayrıntıyı bulabileceğiniz bu kitap Gotik’in güzel bir özeti.
Unutmayalım, uygarlık ayrıntılarda gizlidir.

Richard Davenport-Hines (born 21 June 1953) is a British historian and literary biographer, best known for his biography of the poet W. H. Auden.
He was educated at St Paul’s School, London and Selwyn College, Cambridge (which he entered as Corfield Exhibitioner in 1972 and left in 1977 after completing a PhD on the history of British armaments companies during 1918-36). He was a Research Fellow at the London School of Economics, 1982-86, where he headed a research project on the globalisation of pharmaceutical companies. He was joint winner of the Wolfson Prize for History and Biography in 1985 and winner of the Wadsworth Prize for Business History in 1986. He now writes and reviews in a number of literary journals, including the Literary Review and the Times Literary Supplement. He is an adviser to the Oxford Dictionary of National Biography, to which (as of January 2011) he has contributed 157 biographies.
He was a trustee of the London Library between 1996 and 2005, and has been on the committee of the Royal Literary Fund since 2007. He is a member of the Athenaeum Club, London and a Fellow of the Royal Society of Literature since 2005 and the Royal Historical Society since 1984. He was chairman of the judges of the Biographers’ Club Prize in 2008, and of the judges of the PEN Hessell-Tiltman Prize for History in 2010. He is also one of the judges of the Cosmo Davenport-Hines Prize for Poetry awarded annually since 2009 to members of King’s College, London – named in commemoration of his son who died on 9 June 2008 aged 21. He also inaugurated the Cosmo Davenport-Hines Memorial Lecture given annually since 2010 under the joint auspices of King’s College, London and the Royal Society of Literature.
He has contributed to several volumes of historical or literary essays. These include an essay on English and French armaments dealers operating in eastern Europe in the 1920s in Maurice Lévy-Leboyer, Helga Nussbaum and Alice Teichova (editors), Historical Studies in International Corporate Business (1989); an essay on HIV in Roy Porter and Mikulas Teich (editors), Sexual Knowledge, Sexual Science (1994); a historical critique of drugs prohibition laws in Selina Chen and Edward Skidelsky, High Time for Reform (2001); a chapter in the Cambridge Companion to W.H. Auden (2005); and a memoir in Peter Stanford (editor), The Death of a Child (2011).

Eserleri:

  • Dudley Docker: The Life and Times of a Trade Warrior (Cambridge University Press, 1984)
  • Markets and Bagmen, Studies in the History of Marketing and British Industrial Performance, 1830–1939 (Ashgate, 1986) editor
  • Speculators and Patriots: Essays in Business Biography (Cass, 1986)
  • Business in the Age of Reason (Cass, 1987) editor with Jonathan Liebenau
  • Enterprise Management and Innovation (Cass, 1988) editor with Geoffrey Jones
  • British Business in Asia Since 1860 (Cambridge University Press, 1989) editor with Geoffrey Jones
  • The End of Insularity - Essays in Comparative Business History (Cass, 1989) editor with Geoffrey Jones
  • Business in the Age of Depression & War (Cass, 1990) editor
  • Capital Entrepreneurs and Profits (Cass, 1990) editor
  • Sex , Death and Punishment: Attitudes To Sex & Sexuality In Britain Since The Renaissance (Collins, 1990)
  • Glaxo A History to 1962 (Cambridge University Press, 1992) with Judy Slinn
  • The Macmillans (Heinemann, 1992)
  • Vice - An Anthology (Hamish Hamilton, 1993)
  • Auden (Heinemann, 1995)
  • Gothic: Four Hundred Years of Excess, Horror, Evil and Ruin (Fourth Estate, 1998)
  • The Pursuit of Oblivion: A global history of narcotics 1500-2000 (Weidenfeld, 2001)
  • A Night at the Majestic (Faber, 2006)/[2] (in USA, Proust at the Majestic)
  • Ettie – the Intimate Life and Dauntless Spirit of Lady Desborough (Weidenfeld, 2008)
(Kaynak: Wikipedia)