27 Ekim 2011 Perşembe

ATİLLA KART'IN SORUSU

Benim, salı günü "Bir soru"yu yazdığım sıralarda, Sayın Atilla Kart'ta aşağıdaki soruları Başbakan'a sormuş. Benzer konuları yakalamışız;
"25.10.2011

TBMM Başkanlığına


Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sn. R.Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını Anayasa’nın 98 ve İçtüzüğün 96. maddeleri gereğince saygıyla talep ederim.
Atilla Kart
CHP Konya Milletvekili


Van-Erciş depreminin ardından yine benzeri acıların yaşandığını görüyoruz. Yerel Yönetimlerin yapı denetimini bihakkın yapmadığı bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Bu hususun ayrıca değerlendirilmesi bir yana, 1999 Marmara depreminden sonra çıkarılan yasalarla tahsil edilen doğrudan ve dolaylı vergilerin akıbeti hakkında da bugüne kadar ciddi bir bilgi aktarımı yapılmamıştır.
26.11.1999 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4481 sayılı Kanun ile ; cep telefonundan, bankacılık işlemleri ve vergi beyannamelerine, Spor Toto kuponlarından Milli piyango biletlerine, uçak biletlerinden gümrük ve pasaport işlemlerine kadar bir çok alanda özel işlem ve özel iletişim adıyla ve kamuoyunda Deprem Vergisi olarak bilinen vergiler toplanmaya başlanmıştır. Yapılan düzenlemede vergilerin geçici olduğu ifade edilmesine rağmen , bu vergilerin bir bölümünün kalıcı ve sürekli hale getirildiği bilinmektedir.
Buna göre ;
(1) 1999 yılından bu yana yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeler kapsamında tahsil edilen vergilerin yıllar itibariyle ve toplam tutarı nedir?
(2) Bu vergiler nereye harcanmıştır? Bu vergilerin ne kadarı deprem zararlarını ortadan kaldırmaya ve depremin yol açması kaçınılmaz olan zararları azaltmaya yönelik olarak harcanmıştır?
(3) Bu amaçlarla harcanmayan miktar nedir ve nerelere harcanmıştır? Deprem vergisi olarak toplanan paraların başka harcama kalemlerinin finansmanında kullanılması vergilendirme kuralları açısından yerinde midir?
Bu durum deprem çalışmaları konusunda duyarsızlık anlamına gelmez mi? Keza bu durum , aynı zamanda can kayıplarının artmasına yol açmak anlamına gelmez mi?
(4) 1999 yılından bu yana deprem yardımları için Ziraat Bankası ya da başka bankalarda açılan hesaplarda biriken para miktarı yıllar itibariyle ve toplamı nedir?
Bu hesaplarda biriken paralar hangi tarihlerde ve hangi amaçlarla harcanmıştır?"

NOT 1: Bu soruların cevabı verilirse ve öğrenebilirsem ben de sizlerle paylaşacağım. Ciddiyetle cevaplandırılacağına inanıyorum.
NOT 2: Aynen "Bir soru" da değindiğim gibi, yine dün gece birçok TV kanalı elbirliği ile 62.000.000 TL (atmış iki milon lira= yaklaşık 34.500.000 ABD doları) toplamışlar. Şimdi gene sorularımı soruyorum;
             - Bu yardım kampanyası devletten izinlimidir? Yani herkes dilediğince yardım kampanyası açarak para toplayabilir mi?
             - Devletin böyle bir paraya ihtiyacı varmıdır? Ya da böyle bir paranın toplanması için TV kanallarının kullanılması doğrumudur? Bu sorunun gerekçesini de yazayım. Libya'daki isyancılara, bond çanta içinde paralar verirken bu para devletimizin tenezzül edeceği bir paramıdır?
             - Neden bu TV'ler kendi başlarına para topluyorlar da, paranın doğrudan Kızılay'a verilmesini önermiyorlar?
             - Bu paranın hesabını bu TV'ler ya da paranın verileceği makam (devlet, hükümet,kurum vs) bu paranın nereye harcandığının hesabını verecek mi?
Bekleyip göreceğiz.

26 Ekim 2011 Çarşamba

AĞUSTOS AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

KİTABIN ADI : Çin’de Bir Çinli’nin Başına Gelenler (Les
                  Tribulations d’un Chinien en Chine)

KİTABIN YAZARI : Jules Verne
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Ender Bedisel
KİTABIN YAYINEVİ : İthaki Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI:  2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 320 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10
YORUM:
Jules Verne, 150 yıl öncesinden ışık saçmaya devam ediyor. Gününün koşullarında yazdığı romanların günümüzde bile bu denli popüler olabilmesi-kalabilmesi dehasının gücünden geliyor.
Yıllardır ülkemizde çocuk romanları yazarı olarak tanıtılan Verne, ülkesinin dışına adım atmadan yazdığı bunca çeşitli romanla nasıl evrenselleşebildiğinin satır aralarında romanlarından anlaşılıyor.
Kahramanlarını tüm dünya halklarından seçen Verne’in bu romanında da kahramanı, Çin’in zengin ailelerinden birisinin varisi Kin-Fo. Ancak boş yaşamdan bıkan Fo, üstelik bir de servetini kaybettiğini öğrenince büyük aşkı Le-U lehine büyük bir yaşam sigortası yaptıktan sonra, dostu ve arkadaşı Filozof Wang’dan kendisini öldürmesini ister. Ancak bir süre sonra servetini kaybetmediğini öğrenince, ortadan kaybolan Wang’ın bulup isteğinden vazgeçtiğini anlatabilmek için yollara düşer.
Romanın sonunda Filozof Wang’ın verdiği büyük yaşam dersini öğreniyoruz.
Bu büyük dahiyi henüz okumadınızsa çok şey kaybediyorsunuz derim.

25 Ekim 2011 Salı

BİR SORU

Depremin acıları henüz çok taze. Tüm ülkemizde ve vicdanlarda acı, şefkat ve duygusallık çok önlerde. Belki çok kişiyi kızdırabilecek bir soruyu şimdi sormanın sırası mı? Bilemiyorum. Bunun münasebetsizlik olduğunu düşünecek ve yüksek sesle söyleyebilecek kişiler çıkacaktır. Onlara da hak veriyorum. Ancak uygar bir toplum, sorulacak tüm sorulara cevap vermek ve cevabı eleştirmek-denetlemek zorundadır.
Sorum şu: Neden böyle, deprem gibi, sel baskını vs gibi doğal olaylardan sonra ya da ne bileyim toplumun son derece duyarlılık gösterdiği bazı olaylar sebebiyle, örneğin Somali’de açık çekenlere yardım ya da Bosna Hersek’te soykırıma uğrayan topluma yardım gibi durumlarda bir anda yardım toplayan kurumlar bir anda furya yaparlar. Buna bazı devlet kurumları da dahil…. Neden? Bunu hiç kendimize sorduk mu?


Evet, “yardım” insani bir histir. İnsan olma vasfının bir belirtisidir. Diğer tüm dinler gibi İslamiyette, çağdaş uygarlıkta, “yardım”ı benimsemiş ve teşvik etmiştir.

Burada duralım ve tekrar soralım:
- Devletimiz 75 milyonluk bir devlet mi? Evet!
- Devletimiz dünyanın bilmem kaç en büyük ekonomisinden birisi mi? Evet!
- Devletimiz baba mı? Evet!
- Devletimiz kimsesizlerin kimsesi mi? Evet!
- Devletimizin, Van-Erciş gibi büyük boyutlu da olsa bir depremin acılarını silmeye gücü yeter mi? Fazlasıyla Evet!
- Devletimizin zaten Kızılay, SHÇEK, Mehmetçik Vakfı gibi sürekli bağış kabul eden kurumları var mı? Evet var!
O halde binlerce kurumun başlattığı bu yardım kampanyalarının anlamı var mı- ya da anlamı nedir?
Bir kurum ya da şahıs yardım yapmak isterse nakdi ya da ayni verebileceği makam bellidir: Devlet

O halde halktan para ve ayni yardım toplamanın mantığı nedir? Devlet buna neden çeki düzen vermez?
Siz hiç yardım kampanyası yapıp tamamladıktan sonra bunun hesabını basın yoluyla halka veren bir kurum biliyormusunuz?
- Somali için uçaklarda toplanan paraların hesabı verildi mi?,
- TV’lerde program eşliğinde toplanan paraların hesabını veren TV’ler oldu mu?
- Bu yardım kampanyaları neden devlet tarafından denetlenmez?
- Neden bu kampanyalarla sürekli halkın vicdani duyguları paraya tahvil edilir?
Bir soru sormak için başlayan yazım onlarca soruyla doldu.
Kanımca başta devlet kurumları olmak üzere, (yukarıda ismen belirttiğim sosyal yardım kuruluşları bunun dışındadır) dernekler, TV’ler, gazeteler, cemaatler vs tüm “yardım” adı altında bağış toplayan kuruluşların topladıkları paraların hesabını vermeleri gerekir.
Ya da devletin bu yardım bezirganlarına dur demesi gerekir!
Biz, ulusal kurtuluş savaşında ordusunu giydirebilmek için halkından “tekalifi milliye” kararları gereğince mal varlıklarının %40’ını talep edip karşılığında belge veren ve savaştan sonra bu belgeli borçlarını son kuruşuna kadar ödeyen yüce Atatürk’ün çocuklarıyız. Daha o zaman aldığı borcun hesabını veren Ata’mızı bu kadar mı çabuk unuttuk!

24 Ekim 2011 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 9

KİTABIN ADI:  Kanla Abdest Alanlar

                         Said-i Nusi’den Fetullah Gülen, Demirel ve Ecevit’e nurculuğun tüm bilinmeyenleri
KİTABIN YAZARI:  Ergün Poyraz
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  -
KİTABIN YAYINEVİ Togan Yayıncılık
KİTABIN BASKI YILI : ? (!. Baskının 2002 öncesi olması gerekiyor)
KİTABIN BASKI SAYISI : 3. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI 539 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ:  9/10 (Az da olsa dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10
YORUM:
3,5 yıldır Silivri’de esaret altında bulunan Ergün Poyraz’ın ilk inceleme kitaplarından birisi.
Nuırculuğun ve Fetullah Gülen’in gerçek yüzü ve kimliği kitapta detayıyla sergileniyor. Devletin tepesinde yönetim makamlarını işgal edenlerin bu ince siyaset karşısındaki aymazlıkları, devletin içte içe çöketilme planları kitapta içinizi acıtacak denli kapsamlı olarak yer alıyor.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak , olayların gerçek yüzünü, seneler geçmiş olsa da bilmekten geçiyor. Kitabı okudukça, Poyraz’ın Silivri’den çıkma şansının ne kadar az olduğu anlayacaksınız.
Lütfen okuyun ve okutun!

21 Ekim 2011 Cuma

BİTMEMİŞ SENFONİ

Büyük şirketlerden birisinin genel müdürü, gerçek bir klasik müzik aşığıymış. Günlerden bir gün, şehre ünlü bir orkestra gelmiş. vereceği konserin en önemli parçası da Schubert'in ünlü 'bitmeyen senfoni' siymiş'.
Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeni ile, konsere gidemeyeceğinden, gelen davetiyeyi şirketin insan kaynakları müdürüne vermiş ve 'lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar' demiş.
Genel müdür'den aldığı talimatla konsere giden müdürden, ertesi gün bir değerlendirme raporu gelmiş.

“Sayın genel müdürüm ,

1- Dört obuacı konserin önemli bir süresinde boş oturdular. Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestrada on iki kemancı var. bunların hepsi aynı anda hareket ediyorlar, ve aynı notaları seslendiriyorlar. bence ciddi bir yanlışlık. kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş. doğrusu büyük ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasındaki farkı anlamaz. Bu nedenle; onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notaları çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor. bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla; tekrarlar önlendiğinde, iki saatlik konser yarı yarıya inecektir.
Özet olarak sayın genel müdürüm; eğer Schubert bu önlemleri alsaydı 'bitmemiş senfoni' kesinlikle biterdi.
arz ederim efendim. “
(Paylaşım için Sayın M. Akif Gülersoy'a teşekkürler)

19 Ekim 2011 Çarşamba

YAROSLAVL (Ярославль)

Volga nehir gezisinde Moskova’dan sonraki 2. durak Yaroslavl kenti. Gezinin rotasında bir sapma yaparak Rubinskoye Su Rezervinde Rubinsk şehrinin ve su asansörünü geçerek güney doğuya sapılarak nehirden gidilebiliyor.

Şehir Volga’nın sağ kıyısında yaklaşık 600.000 kişilik bir nüfusa sahip. Bu nüfusun 50.000 ‘i üniversite öğrencilerinden oluşuyormuş.

Gezimizin bitiminden yaklaşık 10 gün kadar sonra, feci bir uçak kazasıyla Türkiye’ninde gündemine gelmişti. Maç yapmak için Kiev’e kalkan uçakta bulunan bir buz hokeyi takımının tüm oyuncuları hayatını kaybetti.
Şehir, Rus prenslerinden Yaroslav tarafından 1010 yılında kurulmuş. Şehir bu sene kuruluşunun 1001. yılını kutluyordu. Yaroslav’ın şehir kurulmadan önce bölgede büyük bir ayıyı yenerek öldürdüğü efsanesi sebebiyle “omuzunda balta taşıyan bir ayı” şehrin simgesi yapılmış.
 Mütevazi ve tipik bir Rus kenti olan Yaroslav, Volga’nın iki kolunun birleştiği bir kıstakta yer alıyor.

 (Sovyet döneminde kiliseleri yıkılan çanlar biraraya toplanmış.)




Şehrin, Çarlık dönemindeki valisinin ikametgahı müzeye dönüştürülmüş. Müze hoş bir mizansenle turistlere gezdiriliyor. 19. yüzyıl kıyafetleri giyen bir genç kız, Valinin kızı kimliği ile gelenlere hoş geldiniz dedikten sonra, “babasının Çar’la görüşmek için Moskova’ya gittiğini ve bu nedenle köşkü kendisinin gezdireceğini söyleyerek müzeyi tercüman eşliğinde gezdiriyor. Valinin çalışma odası ve diğer odalar gezildikten sonra balo salonunda, verilen kokteyl eşliğinde dönem müzikleri eşliğinde küçük dans gösterileri yapılıyor.



Sevimli şehir seni hep hatırlayacağım.

12 Ekim 2011 Çarşamba

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 8

KİTABIN ADI : Spinoza Üzerine Onbir Ders
KİTABIN YAZARI : Gilles Deleuze
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Ulus Baker
KİTABIN YAYINEVİ : Kabalcı Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2008
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 259 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ:  10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10
YORUM:
Geçen yüzyılın en önemli filozoflarından Deleuze, bu kitabında, neredeyse tüm zamanların en önemli filozofu sayılan Spinoza’yı ve felsefesini anlatıyor.
Aslında kitap, yazar tarafından tasarlanmış ve yazılmış bir kitap değil. Yazarın 1978 ile 1981 yılları arasında Vincennes’de verdiği derslerden yapılmış bir seçki. Kitapta yer alan ders notları birbirini tarih itibariyle izlememekte, konu sırasına göre dizilmişler.
Spinoza’yı “Filozofların Prensi”, “Filozofların en filozofu” ve “Felsefenin İsa’sı” gibi terimlerle yücelten ders notları, felsefeyi sevenler için oldukça keyif verici.
Spinoza’yı keşfetmeye ne dersiniz?


Gilles Deleuze, 18 Ocak 1925- 4 Kasım 1995) yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşamış bir filozoftur. Kendi özgün düşüncesini oluştururken Spinoza, Leibniz, Hume, Kant, Nietzsche, Bergson ve Foucault üzerine monograflar yayımlamış, bu filozofların geleneksel felsefe tarihi izleğindeki konumlarına ve bu izlek dahilinde yorumlanma biçimlerine radikal eleştiriler getirmiştir. Çalışmalarında güzel sanatlar, edebiyat, matematik ve doğa bilimleri arasında çapraz geçişlerle bu farklı alanları birbirine indirgemeksizin yeni bir düşünme tarzının önünü açmıştır. Gerek kişisel çalışmalarında gerek 1969’da tanışıp uzun süre beraber çalıştığı psikanalist Félix Guattari ile birlikte rizom, çokluk, fark, olay, oluş, savaş-makinası, organsız beden, içkinlik, virtüel/aktüel, minör edebiyat, duygulam, göçebebilim gibi kavramlarla yirminci yüzyıl kıta felsefesi içerisinde yaygın düşünce hatlarının dışında özgün bir siyaset felsefesi ve etik ortaya koymuştur. Üstünde durduğu fark metafiziğinin felsefe tarihinin süregelen varsayımlarıyla olan ilişkisini tartıştığı Fark ve Yineleme (1968) ile anlamın ortaya çıkışını, biçimlerini ve yapısını incelediği Anlamın Mantığı (1969) yayımlandıkları dönemde ciddi bir yankı uyandırmış ve Michel Foucault, Anlamın Mantığı kitabını değerlendirdiği bir yazısında yirminci yüzyılın birgün Deleuzecü bir yüzyıl olarak anılacağını ifade etmiştir (Deleuze bir röportajında bu yakıştırmayı Foucault’nun kimilerini gülümsetmek kimilerini de kızdırmak amacıyla yaptığı ince bir espri olarak değerlendirecektir). Félix Guattari ile birlikte kaleme aldıkları çalışmalardan Anti-Oidipus (1972) ve Bin Yayla (1980) başlıklarıyla iki cilt halinde yayımladıkları Kapitalizm ve Şizofreni, psikanaliz, ekonomi, linguistik, antropoloji, ontoloji, etoloji, siyaset felsefesi, metalürji gibi çok geniş bir yelpazeye yayılan argümanları ve referanslarıyla yirminci yüzyılın en önemli çalışmaları arasında sayılabilir.
Kitaplar (Türkiye'de yayımlanma sırasına göre)

Diyaloglar. (1990) Çev. Ali Akay (İstanbul: Bağlam); (1977) Dialogues (Claire Parnet ile birlikte) (Paris: Flammarion)
Kant’ın Eleştirel Felsefesi. (1995) Çev. Taylan Altuğ. (İstanbul: Payel); (1963) La philosophie critique de Kant (Paris: PUF)
Proust ve Göstergeler. (2004) Çev. Ayşe Meral (İstanbul: Kabalcı); (1964) Proust et les signes (Paris: PUF)
Spinoza: Pratik Felsefe. (2005) Çev. Ulus Baker (İstanbul: Norgunk); (1970) Spinoza: Philosophie pratique (Paris: PUF)
Perikles ve Verdi: François Chatelet’in Felsefesi. (2005) Çev. Ali Akay. (İstanbul: Bağlam); (1988) Périclès et Verdi: La philosophie de François Châtelet (Paris: Minuit)
Bergsonculuk. (2006) Çev. Hakan Yücefer (İstanbul: Otonom); (1966) Le Bergsonisme (Paris: PUF)
Kıvrım: Leibniz ve Barok. (2006) Çev. Hakan Yücefer. (İstanbul: Bağlam) ; (1988) Le Pli: Leibniz et le Baroque (Paris: Minuit)
Müzakereler. (2006) Çev. İnci Uysal (İstanbul: Norgunk); (1990) Pourparlers (Paris: Minuit)
Nietzsche. (2006) Çev. İlke Karadağ. (İstanbul: Otonom); (1965) Nietzsche (Paris: PUF)
Kritik ve Klinik. (2007) Çev. İnci Uysal (İstanbul: Norgunk); (1993) Critique et clinique (Paris: Minuit)
Sacher-Masoch'un Takdimi. (2008) Çev. İnci Uysal. (İstanbul: Norgunk); (1967) Présentation de Sacher-Masoch (Paris: Minuit)
Ampirizm ve Öznellik. (2008) Çev. Ece Erbay. (İstanbul: Norgunk); (1953) Empirisme et subjectivité (Paris: PUF)
Francis Bacon : Duyumsamanın Mantığı. (2009) Çev. Ece Erbay, Can Batukan (İstanbul: Norgunk); (1981) Francis Bacon: Logique de la sensation (Paris: Editions de la différence)
Issız Ada ve Diğer Metinler 1953-1974. (2009) Çev. Ferhat Taylan, Hakan Yücefer (İstanbul: Bağlam); (2002) L'Île déserte et autres textes: textes et entretiens 1953-1974. Ed. David Lapoujade (Paris: Minuit, 2002)
İki Delilik Rejimi : Metinler ve Söyleşiler 1975-1995. (2009) Çev. Mahir Ender Keskin. (İstanbul: Bağlam); (2003) Deux régimes de fous: textes et entretiens 1975-1995'. Ed. David Lapoujade (Paris: Minuit)
Bitik. (2010) Çev. Ayşe Orhun Gültekin ve Quad. Samuel Beckett. Çev. Can Gündüz. (İstanbul: Norgunk); (1992) L'Épuisé (Paris: Minuit)
Nietzsche ve Felsefe. (2010) Çev. Ferhat Taylan. (İstanbul: Norgunk); (1962) Nietzsche et la philosophie (Paris: PUF)
Guattari'le birlikte çalıştığı kitaplar
Felsefe Nedir? (1993) Çev. Turhan Ilgaz. (İstanbul: YKY); (1991) Qu'est-ce que la philosophie? (Paris: Minuit)
Kafka : Minör Bir Edebiyat İçin. (2000) Çev. Işık Ergüden, Özgür Uçkan (İstanbul: YKY); (1975) Kafka: pour une littérature mineure (Paris: Minuit)
Türkçedeki derlemeler
Kapitalizm ve Şizofreni 1. (1990) Çev. Ali Akay. (İstanbul: Bağlam) (Bin Yayla’daki “1227: Göçebebilim İncelemesi: Savaş Makinası” başlıklı bölümün çevirisidir.)
Kapitalizm ve Şizofreni 2. (1993) Çev. Ali Akay. (İstanbul: Bağlam) (Bin Yayla’daki “1874: Üç Öykü veya ‘Ne oldu?’” ile “İ.Ö: 7000: Kapma Aygıtı” başlıklı bölümlerin çevirisidir.)
İki Konferans: Yaratma Eylemi Nedir? Müzikal Zaman. (2003) Çev. Ulus Baker. (İstanbul: Norgunk); (1987 ve 1996) Qu'est-ce que l'acte de création ? Le Temps musical; (Biri sinema diğeri müzik üzerine iki konferans metni) (Fanny Deleuze'ün özel izniyle)
Kapitalizm ve Şizofreni. (2005) Çev. Özcan Doğan. (İstanbul:Araf) (Vincennes’deki Anti-Ödip ve Bin Yayla seminerlerinden bir seçki)
Leibniz Üzerine Beş Ders. (2007) Çev. Ulus Baker. (İstanbul: Kabalcı) (Vincennes’deki Leibniz seminerleri)
Kant Üzerine Dört Ders. (2007) Çev. Ulus Baker. (İstanbul: Kabalcı) (Vincennes’deki Kant seminerleri)
Spinoza Üzerine Onbir Ders. (2008) Çev. Ulus Baker. (İstanbul: Kabalcı) (Vincennes’deki Spinoza seminerleri)
Kaynak: Vikipedi

10 Ekim 2011 Pazartesi

NAZIM BABA'DAN RAKI ÜZERİNE

Haftanın daha ilk günü bu rakı muhabbeti ne demeyin. Hafta başında bir hoşluk yaratmak ve haftanın kolay geçmesini sağlamak için biraz şiir, ama rakılı şiir ekleyeyim dedim
Blogda bildiğiniz gibi rakı içmenin 101 kuralını vermiştim. Ama Nazım baba, rakı üzerine o kadar güzel şiirler yazmış ki o kadar güzel eklemeler yapmış ki yazmadan edemedim. Buyrun Nazım'dan rakı...
 SOFRA

Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.
Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda "Ha uşaklar!" Karadeniz havası,
rakı kadehte aslan sütü, anason,
uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim...
A be islâh be, islâh be hâlim...
Şu varna deli etti beni
divâne etti...


ANLAYAMADILAR...

Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim,
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda...
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!..
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik...

RAKI !!!
Bu meret öyle bir merettir ki, acıyla içilir, tatlıyla içilir,
neşeyle içilir, ağlayarak içilir, kavunla içilir, peynirle içilir,
ikisi beraber çok güzel içilir yemekle içilir, mezeyle içilir, suyla içilir,
susuz içilir, sodayla içilir, şalgamla içilir.
Ama işte,bir tek salakla içilmez...

Nazım Hikmet RAN

7 Ekim 2011 Cuma

UGLİÇ

Volga nehir gezisinde, Moskova’dan ayrıldıktan sonra ilk durak Ugliç şehri. Aslında karadan Moskova’ya uzaklığı sadece 120 km olan bu şehir Volga üzerinde (gerçekte Moskova kanalı) yaklaşık 14-15 saat sürüyor. Sebebi de Moskova kanalı üzerinde bulunan su asansörleri. Tam 7 su asansörü var bu bölgede.
Ugliç şehrinin kuruluşu 937 yılına dayanıyor. Zamanın Rus prensleri tarafından bir süre başkent olarak da kullanılmış. İlk saraylar yine ahşaptan yapılmış daha sonra taş ve tuğlaya geçilmiş.
 Tarihte Korkunç İvan’ın oğlu ve tek varisi 8 yaşındaki Dimitri sarayda öldürülür. Cinayetin Boris Godunov’un iki adamı tarafından işlendiği sanılmakta.
Cinayetin akabinde iki kişi cinayet şüphesi ile linç edilmişse de, yapılacak soruşturmada Boris Godunov, cinayetin sonuçlarının kendisine de ulaşılabileceği endişesi ile yargıya müdahale eder. Sonuçta yargılama sonucunda küçük prensin kendi bıçağının üzerine düştüğü yargısı ile soruşturma kapatılır. Daha sonra prensin öldüğü yere ilk kan kilisesi yapılır.


 İlk kan kilisesinin içinde küçük prensin nasıl öldürüldüğü ikona ve resimlerle anlatılmakta. Kilisenin üstü mavi altı kırmızı renkte. (Mavi masumiyeti kırmızı da kanı ifade ediyor) Yanında ahşap sarayın küçük bir kalıntısı kalmış.
 İlk kan kilisesinin tam karşısında daha küçük bir yapı olarak “Meryem’in göğe yükselişi Kilisesi” var.
Arkadaki kiliselerle öndeki belediye meclis binasının arasındaki parkta Sovyetler Birliği döneminde imal edilen ilk traktör sergileniyor.
 Her iki kilisenin yanında kısmen daha modern bir binada çarlık dönemi eski Rus müziklerini çalgısız, sadece gırtlak tonlamaları ile seslendiren 6 kişilik küçük bir grubun tadına doyulmaz bir konserini dinlemek büyük keyif verdi.
 Ugliç şehri suyunun, sütünün ve süt ürünlerinin çok meşhur olduğu ifade edildi.
Mineli ve minesiz “Çayka” saatlerinin çok meşhur olduğu ifade edilmesine rağmen açık iki dükkanda gözalıcı bir saate rastlayamadık.


Şehirden limana geçerken kurulmuş küçük bir hediyelik eşya pazarında kısa süren bir alışverişten sonra yolumuza devam etmek üzere kentten ayrıldık.

4 Ekim 2011 Salı

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7

KİTABIN ADI : Rudin – İlk aşk – İlkbahar Selleri

KİTABIN YAZARI : İvan Sergeyeviç Turgenyev
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Ergin Altay
KİTABIN YAYINEVİ : Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2009
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 441 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Rus Edebiyatı dünyanın sayılı edebiyatları arasında saygın bir yere sahiptir. Özellikle 19. yüzyılda büyük atılım yapan Rus Edebiyatında hemen saymanız istenirse ilk sayılacak 5-6 isim arasına Turgenyev rahatlıkla girer.
Döneminde, batıya en yakın yazar olarak tanımlanan Turgenyev yaşamın hemen her kesiminden canlandırdığı karakterlerle dönemini oldukça iyi yansıtır. Artık klasikler içinde sayılan ve edebiyatın ABC’si isimler arasında yer almakta.
Bu kitabında dönemindeki Rusya’da naif aşkları anlatıyor. 3 uzun hikayede de baş kahramanlar, söyledikleri, söyleyemedikleri ve başlarından geçen fırtınalı ilişkilerle karşınıza geliyorlar.
Hala okumadınızsa hemen alın ve okuyun derim. Rus klasiklerinin tadına varmanız dileğiyle


İvan Sergeyeviç Turgenev (Rusça: Иван Сергеевич Тургенев) (28 Ekim 1818, Orel - 3 Eylül 1883, Bougival) Rus yazar, oyun yazarı, kısa öykü yazarı
28 Ekim 1818'de Orel kentinde doğar. Babası soylu bir ailedendi, fakat yoksul düşmüşlerdi. Süvari albayı baba Turgenev, Spasskoye malikanesinin sahibi, yaşlı bir kadın olan, Varvara Petrovna Lutovina ile evlenir. Bu evlilikten İvan doğar. Okumuş, eğitime, kültüre düşkün fakat bir o kadar da sert olan annesi, suç işleyen toprak kölelerini acımasızca cezalandırır, kırbaçlatır. Turgenyev'in fikirleri bu durumlar yüzünden küçük yaşta şekillenmeye başlar. Aile 1827'de Moskova'ya göç ettiğinde Turgenev özel okullarda eğitim görüp, özel öğretmenlerden dersler alır. Henüz bir çocukken; Almanca, İngilizce ve Fransızca'yı anadili gibi konuşmaya başlar. Daha sonra Moskova ve Petersburg üniversitelerinde okur. Felsefe fakültesini iyi derecede bitirir.

Daha sonra Almanya'ya gider. Berlin Üniversitesi'ne girer ve Almanya'da 4 yıl süreyle kalır. Tarih, klasik filoloji dallarında çalışmalar yapar, Yunanca ve Latince öğrenir. Yurduna döner ve Petersburg Üniversitesi profesörlük sınavını kazanır. O dönemde Alman felsefesi ülkede benimsenmediği ve kuşku ile bakıldığı için ders verme olanağına kavuşamaz. 1842 yılı Turgenev için dönüm noktasıdır. O sırada Rus eleştirmen Belinski ile tanışır. Belinski'nin dialogta olduğu insanlar toprak köleliğine karşı duran aydın kesimidir. İlk yazınsal denemeleri dışında ilk ciddi çalışmaları 1842'ye rastlar. Seçtiği yol; Puşkin'in ortaya attığı ve Gogol'ün geliştirdiği gerçekçiliktir. Onu üne kavuşturan ilk yapıtı "Bir avcının notları" adını taşıyan dizidir, 1880 baskısında bu kitap 25 öykü içerir. Öykülerin konuları; toprak ağası ve köylünün yaşayışı, içinde bulunduğu koşullardır.
1852 yılında Gogol'ün ölümü üzerine Turgenev bir yazısını kaleme alır, sansürün yasakladığı bu yazı Moskova dergilerinde çıkınca, tutuklanır ve bir ay hapiste yatar. Bundan sonraki bir yıl boyunca da polis gözetiminde yaşar. 1855 yılından sonra büyük romanlarını yayımlamaya başlar. Bu romanlarda tıpkı annesi gibi; kültürlü çiftlik sahiplerini canlandırır ve tümünde evrimci-liberal bir dünya görüşünü vardır. 1862 yılından sonra yayımladığı her romanında ise eleştirmenlerin saldırılarına maruz kalır. Turgenev iki yıl kadar süren bir hastalıktan sonra, 3 Eylül 1883'te Fransa'da Paris yakınlarındaki Bougival kasabasında ölür. Cenaze töreni aynı yılın 9 Ekim'inde Petersburg'ta yapılır.
İvan Sergeyeviç TurgenyevEdebiyat dünyasına damgasını vuran ve Nihilizm'in temel taşı varsayılan romanı Babalar ve Oğullar'ın konusu 1859'da geçer. Epilogu ise toprak köleliğinin kaldırılmasından (1861) sonraki dönemi anlatır. Bu dönemde Rus yaşayışının en önemli sorunu olan; serflik ilişkilerinin insana aykırılığını, feodal-aristokrat Rusya'nın yıkılışını, yeni burjuva-demokratik güçlerin yükselişini gerçekçi biçimde yansıtır. Babalar ve Oğullar'da reformist akımla, radikal akımın çatışmasından oluşan nihilizmi vurgular. Bu roman için Dostoyevski gibi bir aydın edebiyatçının bile; romanın kahramanı nihilist Bazarov için "uydurma bir kişi" demesi bile romanlarının farklılığını kanıtlar.
Eserleri
Bir Avcının Notları (1852-Öykü)

Rudin (1855-Roman)
Asilzade Yuvası (1855-Roman)
Arefe (1858-Roman)
Babalar ve Oğullar (1862-Roman)
Tuğbay (1867-Öykü)
Ham Toprak (1876-Roman)
Duman (1870-Roman)
Bozkırda Bir Kral Lear (1870-Öykü)
İlk Aşk (roman)Kaynak: Vikipedi

3 Ekim 2011 Pazartesi

EYERLİBAŞKÖY- EMEKLİDEDE TEPESİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Fuat hocamın, uzun ve yorucu geçen günlerinden sonra kendisine verdiği tatil sebebiyle Ankara dışına çıktığı bu hafta sonu, uzun süredir doğa yürüyüşlerine ara verdiğimi hatırlayıp, havanın da güzel olacağını tahmin ederek Pazar günü için yürüyüş kaydımı yaptırdım.
 Bu kez, ara duraktan bineceğim Armada AVM önüne geldiğimde, Pazar günü doğada yürüyüşle değerlendirmek isteyen çok sayıda yürüyüşçü ile karşılaştım. Neredeyse Ankara yürüyüş gruplarının tamamı katılımcı açısından kalabalıktı.
 Havanın açık ve azami 22 derece olacak olması, yazın bittiği şu günlerde yürüyüş için ideal bir hava idi. Toplam 21 katılımcı ve 2 rehberimizle başlayan yürüyüşümüzde Kızılcahamam’da mola verdiğimizde tüm yürüyüş gruplarının çevrede olması şaşırtıcıydı. Ancak bunun sebebini yürüyüşümüzün zirvesine ulaştığımızda anladık.
Grubumuzda yine bazı yeni katılımcıların malzeme yönünden çok hazırlıklı olmadıkları ortaya çıktı. Doğa yürüyüşü genellikle malzemeye, hatta iyi ve kaliteli malzemeye ihtiyaç duyan bir spor dalı.
Eğer uygun bir yürüyüş botunuz yoksa en azından yürüyüş en hafif deyimiyle size ızdırap verir. Dahası termal içlik ya da yürüyüş batonu dahi yürüyüşünüzün daha konforlu olması için gerekli unsurlardır. Sırf malzeme yokluğundan yürüyüşü azaba dönüşen katılımcıların daha ilk yürüyüşten sonra bırakmaları onlar için talihsizlik sayılabilir.
 Yürüyüşümüz, saat 10.40 civarında, Kızılcahamam Çerkeş yolundan içeriye 10-12 kilometre kadar girdiğimiz Eyerlibaşköy’ün içinden başladı. Köyün çıkışında bir süre yol aldıktan sonra halen kuru olan bir dere yatağından hafif eğimle yükselmeye başladık
Bir saatin sonunda tepeye ulaştıktan sonra yayla yolundan köye ait yayla evlerini solumuza alarak ormanlık bölgeye girdik. Bir süre orman içinden yol aldıktan sonra sürekli kuzey-kuzeydoğu yönündeki rotamızda orman içi bir açıklıkta saat 13.15 dolaylarında öğle yemeği molası verdik.
 Bölgedeki hemen tüm çeşmelerde suyun olması grup için rahatlatıcı oldu. Uzun süredir bölge yağmur almamasına rağmen ilkbahardaki yoğun yağış çevrede hala etkisini gösteriyor.
 Saat 14.00’e doğru zirveye doğru tırmanışımız başladı. Yemek üzeri bir süre ağır devam eden tırmanışımız daha sonra orman içindeki çıkışımızla saat 15.15 dolaylarında 2000 metre dolaylarındaki tepeye ulaştık. Ancak Emeklidede tepesi bunun hemen yanında 2.080 metre yüksekliğinde bir başka tepe olduğundan gruptan yorgun olmayanlar çantalarımızı bırakarak bu zirveye yöneldik.
 15 dakika kadar sonra zirveye ulaştığımızda bizden hemen önce tepeye çıkan “Gezenbilir” yürüyüş grubunun katılımcılarıyla karşılaştık. Burada zirveye “Emre Yatar” zirvesi plaketinin konulduğunu gördük. Emre Yatar, tam bir yıl önce bir trafik kazasında yaşamını yitiren bir doğa yürüyüş rehberiydi. Ölüm yıldönümünde neredeyse tüm Ankara grupları benzeyen rotalarla çevrede ve bu tepeye tırmanışlar gerçekleştirdi. Böylece sabahki yoğunluğunun sebebini öğrenmiş olduk
 İki grup birlikte zirve resimlerimizi çektikten sonra aşağıda bizi bekleyen grubumuza döndük. Toplu resimlerin ardından saat 16.00 civarında yaylaya doğru inişimize başladık.
 Sık  ormanlık içinde hızlı bir iniş gerçekleştirdik. Yarım saat kadar sonra öğle yemeği molası verdiğimiz çeşme başında kısa bir soluklandıktan sonra yaylaya ulaştığımızda saat 17.00’ye geliyordu.



 Ancak aracımız bizi yaylada değil tepedeki köy yolunda beklediğinden sonra bir hamle ile aracımıza ulaştık. Eğerlibaşköy’e indiğimizde diğer gruplar tarafından köy için Emre Yatar için dağıtılan helvadan topluca tattık.
 Dönüş yolunda çay ve çorba molamızı “Akasya Termal Otel”de verdikten sonra yoğun, hareketli, fakat kafaca dinlenmiş olarak saat 20 dolaylarında, yoğun bir haftayı göğüslemek için Ankara’ya döndük.

Şehir içinde anlamsız didişmelerle, stresle ömür tüketenlere, doğanın çok yakınlarında olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.