1 Eylül 2010 Çarşamba

TUZ KOKMAYA BAŞLARSA!...

(Sayın yazarın izniyle)




İftira, şantaj, sahte resmi evrak düzenlemek, adaleti yanıltmak, devlet memuru nüfuzunu kötüye kullanmak, yasa dışı örgüt kurmak, yasa dışı örgüte yardım ve yataklık etmek, cürüm atmak vb. gibi(1) hangi suçu ararsan var Hanefi Avcı’nın iddiaları arasında…
CMK’nun 250. maddesine göre kurulmuş Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılıklarının soruşturmakta olduğu davaların, hazırlık safhasından tutun da, kovuşturma safhasına kadar her aşamada, bu suçları işleyen; “polis, savcı ve hakim” vardır diyor eski İstihbarat Dairesi’nin başkanı… Bu nedenle bugün için, polis ve yargı zan altındadır!..
Bu sorun temelinden çözülerek; adı geçen kurumlar ile bu kurumların personeli hakkında “ancak yasala saygılı ve tarafsız hale geldiler” şeklinde bir kanı topluma yerleşmedikçe halimiz dumandır!..
Tez elden “tarafsız” ve sadece “yasalara bağlı” müfettişler ile Cumhuriyet Savcıları eliyle bütün iddialar araştırılıp, bir an evvel gereği yapılmalıdır. Hakimler ve Savcılar hakkında ileri sürülen iddialar için ise, bir saniye bile vakit geçirilemez. Onlarla ilgili isnatlar, hepsinden de daha önemlidir. Dolayısıyla bu aşamada HSYK’nun çalışmalarını askıya almak aymazlıkların en büyüğü sayılır… Aksi halde yasalara uygun ve adil olarak verilen kararlar da tartışılmaya başlanabilir... Devlet, temeli olan adaleti dağıtamazsa, araya yasa dışı oluşumların girmesi doğaldır. Adaletin yarattığı boşluğu dünyanın her yerinde yasa dışı oluşumlar doldurur… Bu halde de sonuç yine felakettir!..
Avcı’nın geçmişi, siyasi görüşü ve ilişkileri bizi çok ilgilendirmez. Söylediklerini görmezden gelerek, tartışmayı bu yönleri üzerinde yoğunlaştırmak bir karartmadır.(2) Avcı, mesleği, konumu ve geçmişte yürüttüğü görevler bakımından CANLI BİR KANITTIR. Bu en önemli kanıtın ‘karartılmaması’ ve ‘ortadan kaldırılmaması’(!) için bütün önlemler alınmalıdır!!.. Ayrıca söylediğine göre, kamu tanığı olarak, bütün iddialarını kanıtlara bağlayacak durumdadır!.. Kitabında bütün kanıtlarını ortaya sermemiş olmasını anlayışla karşılanmak gerekir. Zira o hala bir kamu görevlisi; tecrübeli bir Emniyet Müdürü’dür. İlgili makamlarla sunulması gereken kanıtları, kamuoyu ile paylaşmaması son derece doğaldır…
Avcı, yasadışı dinlemelerin “ihbar mektubuna” dönüştürüldüğünü söylüyor. Bu konuda en tipik ve çarpıcı örnek olarak Emniyet Genel Müdür Yardımcıları ile ilgili olanı gösteriyor: “20 kişilik bir ekip, o bilgileri 1 yılda bir araya getiremez” diyor… İhbarcı 20 kişilik ekipten daha yetenekli, ve daha geniş olanaklara sahip olamayacağına göre, bu ‘isimsiz’ ihbar dileklerini verenlerin, bu şekilde ‘isimlerini’ de vermiş oluyor!.. Devletin olanaklarını kullanarak, yasa dışı yöntemlerle kanıt toplamanın ve bunları bir “ihbar dilekçesi’ne ekleyerek, suçlamalarda bulunmanın adı, ‘kanıt üretmek’ değil de nedir?.. Kanıtları toplamakla görevli olanlar, kanıt üretebilirler mi?.. Resmi kurumlar, kanıt üretmeye başlarsa, bunun nereye kadar gideceğini kim kestirebilir ki?..
Ülkede istihbarat, asayiş ve güvenliği sağlamakla görevli resmi kuruluşların, “CMK 250. madde kapsamında ‘cebir’ ve ‘şiddeti’ temel alan “Ergenekon” adlı bir örgüt yoktur” şeklindeki bir saptama yapan görevlilerine tuzak kurarak, onları görevden almaya kalkışmanın bir anlamı olmalıdır!?.. Yerlerine geleceklere gözdağı vermek mi, yoksa onları komplonun içinde rol almaya zorlamak mı, onu bilemem!.. Böyle bir yönetime kim, nasıl güvenebilir?.. Devletin ilgili ve yetkili kurumlarından gelen bu bilgiler ışığında, özel yetkili savcıların, yetkili olmadıkları ve özel yetkili mahkemelerin de görevsiz oldukları davalara baktıkları apaçıktır!.. ‘Doğal Yargıç İlkesi’nin ihlal edildiği ve salt bu yüzden bile, verilen tüm kararların tartışılacağı açıktır… Peki hükümetin bu inadı nedendir?..
İddiaların doğru çıkması halinde; yasadışı yöntemlerle kanıt toplama, resmi belgelerde sahtecilik yapma ve ifadeleri tahrif etme gibi eylemler sonucunda hazırlanan belgelerle, açılmış olduğu ileri sürülen “Ergenekon”, “Yakamoz”, “Ayışığı” ve “Balyoz” vb. gibi davların tamamı, temelsiz kalarak çökecektir!.. Bu durum bugünden belli olmuştur.Bu davların tümünün masa başında ‘üretildikleri’ ve ortaya çıkacakları ‘skandal’ niteliğindeki iddialar bahane edilerek, yargının iktidara bağımlı hale getirileceğini ileri sürenler ise, yerden göğe kadar haklıdır!..
Referandumda öne çıkan iki temel konu, Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçimidir. Diğer düzenlemelere, daha Mecliste görüşülürlerken bile karşı çıkan kimse olmamıştı. O halde bu iki önemli değişikliğin, yargıyı yürütmeye bağımlı hale getireceği ve bu şekilde yürütmenin denetlenmesini imkansız hale getireceği son derece açıktır. Bu da AKP’nin, keyfi ve baskıcı bir yönetime geçmek istediği şeklindeki iddialarını doğru olduğunu göstermektedir. Bu durumun adı silahsız ‘karşıdevrimdir’!..
Asıl tartışılması gereken konu bu iken, hükümet adına yapılan açıklamalar, hedef şaşırtıcı ve fakat oldukça dikkat çekicidir. Aynı zamanda ABD vatandaşı da olan Devlet Bakanımız Egemen Bağış, iftar sofrasına katılanlardan “evet” oyu isteyerek, insafsız bir şekilde dini siyasete alet etmektedir… Hocaları Fetullah Gülen, “İmkan olsa mezardakileri bile kaldırarak referanduma “evet” oyu kullandırmak lazım” dedikten sonra, herkesin en az 10-20 kişiyi sandığa götürme talimatını da vererek, Milli Görüş’ün “seçmen zimmetleme” yönteminin, bu referandumda kullanılmasını istemiştir...(3) Başbakan, umreye gitmeyi erteleyin, referandumda evet oyu kullanmaya gelin diye, teşkilatına genelge göndermiştir(4)… Ayrıca “hayır” diyecek kurumları tehdit etmiştir!..(5) Hükümetin referanduma verdiği bu hayati önemin bir nedeni olmalıdır?!..
Anlaşılan hükümetin, elinde her kesime karşı kullanabileceği “şantaj” ve “tehdit” malzemesi var! Bunları hayasızca kullanabileceği de, Hanefi Avcı’nın anlatımlarından bellidir. O nedenle kamuoyunda bilinen pek çok isim, kabuklarına çekilmiştir. Hükümet Kürtlerin oylarından da bir türlü vazgeçemiyor. Gizli görüşmeler, ‘ateşkes’ istemeleri gırla gidiyor!.. Bir yandan el altından ‘Apo’ ile görüşülürken, diğer yandan bu görüşmeler nedeniyle kaybedilecek oyları da geri almak isteniyor. Hükümetin ayakları iyice ipe dolanmış!.. Hiç kuşku yok ki, bu referandumu iktidarın devamı için hayat memat meselesi yapmışlar. Hanefi Avcı’nın “cemaat örgütlenmesinin mevcut AK Parti hükümeti hakkında da bilgi depoladığına”(6) ilişkin iddiası, doğal olarak hükümeti de korkutuyor. Sırası geldiğinde hükümet üyeleri ile bürokratlarını birlikte sanık sandalyesine oturtacak olan bu bilgilerin, yeni gelecek hükümetin eline geçmesini göze alamıyorlar! O nedenle iktidarda kalabilmek için her şeyi yapabilirler!.. Bazı yorumcular(7), hükümet Öcalan’ın “terörü tırmandırırım ya da benimle müzakere masasına otur” tehdidine boyun eğdi… Siyasi anlamda da askeri anlamda da inisiyatif artık PKK’ya terk edilmiştir” diyor… Bunun da hangi suçu oluşturduğunu varın siz düşünün!?..
16 Mayıs Ulusal Hukuk ve Tavır Dergisi’nde yayınlanan iki “ihanet yasası” (8) da bütün bu olup bitene eklendiğinde, AKP’nin hiçbir dönemde ülke çıkarlarını korumak gibi bir derdinin olmadığı; iktidara gelebilmek ve orada kalabilmek için her türlü ödünü verebileceği ortaya çıkmıştır. İçinde yaşamakta olduğumuz bu dönem ile Kurtuluş Savaşı’nın yaşandığı dönemi karşılaştıranların; ‘o zaman ülkenin toprakları düşmanın işgali altındaydı, şimdi ise, yöneticilerin kafalarının işgali altında’ şeklindeki yakıştırmaları çok da haksız değildir!.. Hiç kuşku yok ki, böyle bir durum işgalden bile daha kötüdür. Zira, işgalde karşımızdaki düşman görülmektedir. Beyinleri işgal altında olanları fark etmek ise, oldukça zaman alıcıdır. Onların icraatlarını görmeden, beyinlerinin içinde ne olduğunu anlamak imkansız gibidir. Bu gibi nedenlerle başının belada olduğunu bilen hükümet, olası bir iktidar değişikliğinde sanık sandalyesine oturmaktan korkmaktadır!..
İstihbaratçı Hanefi Avcı’nın, “Özel yetkili mahkemelere son 6-7 yıl içinde atanan hakim ve savcılar, emsali hakim ve savcılarla değiştirilmelidir...” (9) şeklindeki
istemi ise, hukuk dışına çıkan bütün kamu personelinin yüreğini hoplatmıştır! Hakim ve Savcıların ‘Güz Kararnamesi’ görüşülürken, sıra özel yetkili hakim ve savcılara geldiğinde, Adalet Bakanı’nın taslağı geri çekerek toplantıyı engellemesi, bu korku yüzünden değilse nedendir?..
Bu arada ÖSYM de cemaatin eline geçmiş, ‘üniversitelere ve kamu kurumlarına girecekleri ‘abi’ ve ‘ablalar’ seçiyor’ şeklindeki haberin haber değeri bile kalmamıştır! Cumhurbaşkanı Gül, Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmiş… Geçiniz efendim bunları, geçiniz!..
“Ergenekon” soruşturmasının siyasi ‘muhalefeti ezmek’ için bir araç haline geldiği, ABD’deki özel istihbarat kuruluşu Stratfor’un, “AKP ve Fetullah Gülen hareketini mercek altına aldığı İslam, Laiklik ve Türkiye’nin Geleceği İçin Kavga” başlıklı raporda da yer almış!..(10) İçeriden ve dışarıdan gözler AKP’nin üzerine odaklanmıştır…
Bu kadar yoğun bir gündemi bu halk taşıyabilir mi?..
Uzmanlara göre ”Halk arasında “cinnet” olarak adlandırılan ‘manik’ ve ‘şizofreni’ benzeri bozukluklar, sıcakların artmasıyla birlikte “öfke” ve “tahrip” davranışlarında artış sağlarken”(11), ‘gelecekte ne olacağız’ kaygısı da bu duruma tuz biber ekmektedir… İçinde bulunduğumuz durum daha da vahim bir hal alıyor… Bir iktidar düşünün, her geçen gün toplumun ruh sağlığını biraz daha bozuyor. Yakında bütün ülkeyi ‘Mazhar Osman’a çevirirlerse şaşmayın!.. O zaman ‘medeni hakları kullanma ehliyeti’miz de yok olabilir!.. Bizi bu bataktan çıkaracak olan ‘tuz’ da kokmaya başlamıştır!..

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1) Gülen Örgütü” ve üyelerinin işlediği iddia edilen olası diğer suçlar şunlardır: Görevi kötüye kullanmak(TCK m.257);Görev yaptırmamak için direnmek(TCK m.265); İftira (TCK m.267); Yargı görevini yapanı etkilemek(TCK m.277); İşlenmekte olan suçu bildirmemek (TCK m.278-279); Suçluyu kayırmak(TCK m.283); Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK m.288);Devletin bağımsızlığını ve birliğini bozmaya yönelik fiil (TCK m.302); TC Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya başka bir düzen getirmeye teşebbüs (TCK m.309); TC hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs (TCK m.312)…
(2) “Yandaş Basın” olarak bilinen Anadolu’da Vakit, Yeni Şafak, Star, Sabah ve Taraf gibi günlük gazeteler, iddiaların araştırılması yerine, Hanefi Avcı’nın geçmişinin araştırılmasına dikkat çekip, bu yönde haber yaparak bilgi kirliliği yaratmaya devam etmektedirler…
(3) http://www.turuncutime.com/news/129/ARTICLE/18815/2010-08-24.html
(4) http://www.internethaber.com/basbakandan-umreye-gitmeyin-uyarisi-279258h.htm
(5) http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=166900
(6) http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=325187&Categoryid=1
(7) Prof. Dr. Ümit Özdağ, 25 Ağustos 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi (syf.7)
(8) 16 Mayıs Ulusal Hukuk ve Tavır Dergisi’nin 18. Sayısında Av. Mehmet Cengiz tarafından yayınlanan makalede, “İkiz Sözleşmeler diye anılan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” Birleşmiş Milletler’in 16 Aralık 1966 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve imzaya açılmıştır. Türkiye tarafından 34 yıl boyunca imzalanmayan bu sözleşmeler, ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nin gündeme gelmesiyle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde Newyork’ta imzalanmıştır. Yaklaşık 3 yıl bekletilen bu sözleşmelerden birincisi, ABD’nin Irak’a askeri harekatının öncesine rastlayan 23 Aralık 2002 günü; ikincisi ise ABD’nin Bağdat’a girmesinden hemen sonra 25 Nisan 2003 günü TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Her iki sözleşme de 4 Haziran 2003 tarihinde, 4867 ve 4868 sayılı yasalar ile TBMM’nce onaylanmıştır… Sözleşmeler, Meclis’ten içeriği gizlenerek sinsice geçirilmiştir... Meclis tutanaklarını incelediğimiz zaman, bu sözleşmelerin ”bütün halklara kendi kaderlerini tayin hakkı” tanıyan birinci maddelerinin üzerinin örtüldüğü ve okunmadan geçildiği görülmektedir… TBMM’nin internet sitesinde onaylamaya ilişkin yasa tasarılarının ekinde bu sözleşmelerin metinleri bulunmamaktadır…” denmektedir. Makalede yasa ile yaratılan tehditler kısaca şöyle sıralanmıştır: “Sözleşmeler, ekonomik olarak Türkiye’yi parçalama girişimidir; anı zamanda toplumsal olarak parçalama girişimidir de; sözleşmeler devlet ve millet bütünlüğünü ayaklar altına almaktadır; Türkiye’nin devlet egemenliğini yok etme çabasının ürünüdürler; bu sözleşmeler yabancı devletlere müdahale hakkı tanımaktadır; sözleşmeler ile Lozan antlaşması delik deşik edilmiştir; Devrim Kanunları’na öldürücü darbeler indirilmiştir; Bunlar anayasayı ortadan kaldırma girişimidir”…
(9) http://gizlibelge.wordpress.com/2010/08/26/hanefi-avcinin-feryadi/
(10) http://www.haberx.com/abdli_stratfor_raporu_referandumda_evet_cikmasi_islamcilarin_siyasi_yukselisine_temel_olusturacak(17,n,10432609,710).aspx
(11) 27 Ağustos tarihli Cumhuriyet Gazetesi (syf.9)

1 yorum:

  1. makalenizi ilgi ile okudum.
    bana göre tuz koktu denebilir.
    maşallahı var bu ülkeyi yönetenlerin.
    1938 den beri kaçmış olan ipin ucunu kim tutabilir ki?
    demek ki biz küllerimizden doğmamışız; yoksa böyle mi olurdu bu memleket.
    avcının kitabı gelecek kuşaklara miras, inanamayacaklar torunlarımız olanlara..

    YanıtlaSil